frohe ostern - buona pasqua - happy easter - kutlu paskalya…
23 Nisan 2011 Cumartesi
12 Nisan 2011 Salı
Favizm - Bakla Zehirlenmesi
6 nisan akşamı başıma gelen olay; gece bir tabak bol dereotu ile yapılmış, yanında yoğurt ile o çok sevdiğim diyemeyeceğim ancak çocukluktan beri yediğim bakla, o zararsız ziyansız sebze görünümlü şey, bir cinayet aletine dönüşüyordu.
Baklayı yedikten bir saat sonr avuç içlerimde şiddetli kaşıntılar ve bayılma hissi, ardından tüm vücuduma yayılan kaşıntı, kızarıklıklar ve acı hissi; gözle görülür biçimde cildimde oluşan kabarıklar, kadınların doğum sonrası karnında oluşan çatlaklara benzer dokular kollarımda ve bacaklarımda oluşmaya başladı, tabi tüm bunları gözlemlemek kolay olmuyor acaba halüsinasyon mu yaşıyorum endişesi tam bir korku filminin içinde gibiydim; 112’yi aradığımda dakikalarca telefonu açmadılar. Tüm bunlar yaklaşık 6 saat sürdü…
Meğersem literatürde kulağa çok da sexy gelen bir ismi varmış ‘FAVIZM‘ bir alıntı yaparak açıklayacağım…
”Bakla yenmesi sonucunda ortaya çıkan bir hastalık. Vücudun kalıtsal olarak baklaya karşı dayanıksızlığının sonucudur. Belirtisi alyuvarların parçalanması nedeniyle oluşan kansızlıktır. Çiğ veya iyi pişmemiş baklalar hastalığa yol açar; iyice piştiğinde bitkinin içindeki zehir etkisiz hale gelir. Bakla çiçek tozlarını koklamak da hastalığa yol açabilir. Çocuk emziren kadınlarda zehir anne sütüne karışarak çocuğa geçebilir.
Favizm hastalığı çok eskiden beri bilinmektedir. M.Ö 5. yüzyılda yaşayan Pitagoras da favizm hastalığına tutulduğundan öğrencilerine bakla yemeyi yasaklamıştı. Bu hastalık Eski Mısır’da da biliniyordu ve bakla soylu sınıfların yememesi gereken bir besin maddesi kabul ediliyordu. Bugün favizm hastalığı dünyanın birçok bölgesinde ortadan kalkmış olmakla birlikte, Akdeniz bölgesinde özellikle İran, güney İtalya ve Sardunya’da oldukça yaygındır. İran’da zaman zaman bakla toplama mevsimine rastlayan salgınlar görülür.
Hastalığın ilk belirtileri genellikle bakla yendikten birkaç saat sonra ortaya çıkar. Hasta baş ağrısı, halsizlik ve kırgınlıktan şikayet eder ve çoğunlukla yüksek ateş görülür. Kansızlık ilk günlerde belirgin değildir. Yalnız sidikte kırmızı renk maddesi hemoglobin görülür. Hafif bir sarılık oluşur. Parçalanma bütün kan hücrelerinde değil, eskiyenlerde görülür. Hastalık bir ay içinde geçer. Bununla birlikte çok ağır hastalananlara, hatta özellikle çocuklar arasında, ölenlere de rastlanır. Hastalığa karşı kalıtsal yatkınlık hayat boyunca var olduğu halde hastalık en çok çocukluk devresindş kendini gösterir. Erkekler favizme karşı kadınlardan daha zayıftır.
Favizmi yaratan neden kırmızı kan hücrelerimle glikoz 6 fosfat dehidrojenaz diye bilinen bir enzimin eksikliğidir. Bu madde karbonhidrat metabolizmasında etkindir. Favizm hakkında çok şey bilinmekle birlikte baklada hastalığa yol açan zehirin ne olduğu henüz saptanamamıştır. Bu amaçla hayvanlar üzerinde yapılan deneyler başarısız olmuştur. Dolaylı yoldan elde edilen kanıtlar, bu zehirin visin diye bilinen bir nükleosit yani şekerle organik bir bazdan oluşan bir madde olduğunu göstermiştir”.
Şimdi anlamadığım benim gibi bir soylu nasıl olur da evinde Bakla pişirtir :)
Peki, belirtiler neler… Kırmızı kan hücrelerinin korunmasını sağlayan bu enzim
eksikliğinin bakla, ilaç veya enfeksiyonla tetiklenmesiyle hastanın kan değerleri aniden düsüyor. Sıcaklık, karın ağrısı, idrarın koyulasması (kan iseme) ve sararma en belirgin isaretler. Tedavi ise kan takviyesi, kan yapıcı haplar ve yiyeceklerle kan değerlerini yükseltmek. Çünkü bu hastalığın ortaya çıkmasıyla bir erkekte 14, kadında ise ortalama 13 olan normal kan değerleri çok hızlı bir sekilde yarı yarıya düsebiliyor.
G6PD enziminin eksikliği veya yetersizliği, insana genetik yollarla anne-babadan
geçiyor. Anne-babada baskın bir gen olabilir, yani yasam boyunca ortaya çıkmayabilir ama çocukta baskın olabilir ve hastalık ortaya çıkabilir. Hatta uzmanlar, aile bireylerinden birinde görülmesi halinde tüm fertlerde bu enzimle ilgili tarama yapmada fayda olduğuna vurgu yapıyorlar.Bu hastalıkla ilgili bir diğer ilginç veri ise, erkeklerde daha yaygın olarak görülmesi… Bunun nedeni de enzimin (X) kromozomuyla tasınması. (XY) kromozomları tasıyan erkek bu enzim eksikliğine karsı savunmasız kalıyor. Oysa (XX) kromozomlarını tasıyan kadının bu enzimi tasıma sansı artıyor.
Enzim eksikliğini tedavi etmenin henüz tıp literatüründe imkan dahilinde değildir.
“Tedavi edemezsiniz, ama bu eksikliği biliyorsanız gerekli önlemleri alır ve sorun
yasamazsınız. Bakla zehirlenmesi gibi bir sorun yasamadan bilmekte büyük yarar var. Bilince yemezsiniz, ilgili ilaçları içmezsiniz ve sorun yasamazsınız. Yani enzim eksikliği olan insanların tetikleyicilerden mümkün olduğunca uzak durması gerekir. (Diyetisyen Songül Gönen Saka)
Baklayı yedikten bir saat sonr avuç içlerimde şiddetli kaşıntılar ve bayılma hissi, ardından tüm vücuduma yayılan kaşıntı, kızarıklıklar ve acı hissi; gözle görülür biçimde cildimde oluşan kabarıklar, kadınların doğum sonrası karnında oluşan çatlaklara benzer dokular kollarımda ve bacaklarımda oluşmaya başladı, tabi tüm bunları gözlemlemek kolay olmuyor acaba halüsinasyon mu yaşıyorum endişesi tam bir korku filminin içinde gibiydim; 112’yi aradığımda dakikalarca telefonu açmadılar. Tüm bunlar yaklaşık 6 saat sürdü…
Meğersem literatürde kulağa çok da sexy gelen bir ismi varmış ‘FAVIZM‘ bir alıntı yaparak açıklayacağım…
”Bakla yenmesi sonucunda ortaya çıkan bir hastalık. Vücudun kalıtsal olarak baklaya karşı dayanıksızlığının sonucudur. Belirtisi alyuvarların parçalanması nedeniyle oluşan kansızlıktır. Çiğ veya iyi pişmemiş baklalar hastalığa yol açar; iyice piştiğinde bitkinin içindeki zehir etkisiz hale gelir. Bakla çiçek tozlarını koklamak da hastalığa yol açabilir. Çocuk emziren kadınlarda zehir anne sütüne karışarak çocuğa geçebilir.
Favizm hastalığı çok eskiden beri bilinmektedir. M.Ö 5. yüzyılda yaşayan Pitagoras da favizm hastalığına tutulduğundan öğrencilerine bakla yemeyi yasaklamıştı. Bu hastalık Eski Mısır’da da biliniyordu ve bakla soylu sınıfların yememesi gereken bir besin maddesi kabul ediliyordu. Bugün favizm hastalığı dünyanın birçok bölgesinde ortadan kalkmış olmakla birlikte, Akdeniz bölgesinde özellikle İran, güney İtalya ve Sardunya’da oldukça yaygındır. İran’da zaman zaman bakla toplama mevsimine rastlayan salgınlar görülür.
Hastalığın ilk belirtileri genellikle bakla yendikten birkaç saat sonra ortaya çıkar. Hasta baş ağrısı, halsizlik ve kırgınlıktan şikayet eder ve çoğunlukla yüksek ateş görülür. Kansızlık ilk günlerde belirgin değildir. Yalnız sidikte kırmızı renk maddesi hemoglobin görülür. Hafif bir sarılık oluşur. Parçalanma bütün kan hücrelerinde değil, eskiyenlerde görülür. Hastalık bir ay içinde geçer. Bununla birlikte çok ağır hastalananlara, hatta özellikle çocuklar arasında, ölenlere de rastlanır. Hastalığa karşı kalıtsal yatkınlık hayat boyunca var olduğu halde hastalık en çok çocukluk devresindş kendini gösterir. Erkekler favizme karşı kadınlardan daha zayıftır.
Favizmi yaratan neden kırmızı kan hücrelerimle glikoz 6 fosfat dehidrojenaz diye bilinen bir enzimin eksikliğidir. Bu madde karbonhidrat metabolizmasında etkindir. Favizm hakkında çok şey bilinmekle birlikte baklada hastalığa yol açan zehirin ne olduğu henüz saptanamamıştır. Bu amaçla hayvanlar üzerinde yapılan deneyler başarısız olmuştur. Dolaylı yoldan elde edilen kanıtlar, bu zehirin visin diye bilinen bir nükleosit yani şekerle organik bir bazdan oluşan bir madde olduğunu göstermiştir”.
Şimdi anlamadığım benim gibi bir soylu nasıl olur da evinde Bakla pişirtir :)
Peki, belirtiler neler… Kırmızı kan hücrelerinin korunmasını sağlayan bu enzim
eksikliğinin bakla, ilaç veya enfeksiyonla tetiklenmesiyle hastanın kan değerleri aniden düsüyor. Sıcaklık, karın ağrısı, idrarın koyulasması (kan iseme) ve sararma en belirgin isaretler. Tedavi ise kan takviyesi, kan yapıcı haplar ve yiyeceklerle kan değerlerini yükseltmek. Çünkü bu hastalığın ortaya çıkmasıyla bir erkekte 14, kadında ise ortalama 13 olan normal kan değerleri çok hızlı bir sekilde yarı yarıya düsebiliyor.
G6PD enziminin eksikliği veya yetersizliği, insana genetik yollarla anne-babadan
geçiyor. Anne-babada baskın bir gen olabilir, yani yasam boyunca ortaya çıkmayabilir ama çocukta baskın olabilir ve hastalık ortaya çıkabilir. Hatta uzmanlar, aile bireylerinden birinde görülmesi halinde tüm fertlerde bu enzimle ilgili tarama yapmada fayda olduğuna vurgu yapıyorlar.Bu hastalıkla ilgili bir diğer ilginç veri ise, erkeklerde daha yaygın olarak görülmesi… Bunun nedeni de enzimin (X) kromozomuyla tasınması. (XY) kromozomları tasıyan erkek bu enzim eksikliğine karsı savunmasız kalıyor. Oysa (XX) kromozomlarını tasıyan kadının bu enzimi tasıma sansı artıyor.
Enzim eksikliğini tedavi etmenin henüz tıp literatüründe imkan dahilinde değildir.
“Tedavi edemezsiniz, ama bu eksikliği biliyorsanız gerekli önlemleri alır ve sorun
yasamazsınız. Bakla zehirlenmesi gibi bir sorun yasamadan bilmekte büyük yarar var. Bilince yemezsiniz, ilgili ilaçları içmezsiniz ve sorun yasamazsınız. Yani enzim eksikliği olan insanların tetikleyicilerden mümkün olduğunca uzak durması gerekir. (Diyetisyen Songül Gönen Saka)
8 Nisan 2011 Cuma
Uluslararası Engelsiz Film Festivali
Uluslararası Engelsiz Film Festivali; engellilik, iş göremezlik konularında kısa ve uzun metrajlı filmlerle farkındalık yaratmak ve toplumda bu bilincin güçlenerek yayılmasını sağlamak amacıyla ülkemizde ilk defa 21-27 Mayıs 2011 tarihlerinde Mind the AD firması tarafından gerçekleştirilecektir. Festivalin amacı söz konusu engelli insanların temel haklarını anlatmaktır. Toplumda oluşmuş tabuları, önyargıları, kalıplaşmış düşünceleri gösterimi yapılacak kısa ve uzun metrajlı filmlerle yıkmayı amaçlamaktadır.
Bir hafta boyunca diğer ülkelerin de katılımıyla sürecek olan festival; ulusal kısa film yarışmaları, yarışma dışı gösterimler, uluslararası gösterimler, açık oturumlar, söyleşiler, sergiler ve çeşitli kültür-sanat etkinliklerinden oluşacaktır. (alıntı)
Benim de ön eleme jürisinde olacağım festivalde; festivali düzenleyen isimlerin sanırım en fazla zorlanacağı konu Mimari yetersizlikler olan güzel şehrimde, engellilerin kolayca gelebileceği festival mekanları bulabilmek.
http://engelsizfilm.com/en/
Bir hafta boyunca diğer ülkelerin de katılımıyla sürecek olan festival; ulusal kısa film yarışmaları, yarışma dışı gösterimler, uluslararası gösterimler, açık oturumlar, söyleşiler, sergiler ve çeşitli kültür-sanat etkinliklerinden oluşacaktır. (alıntı)
Benim de ön eleme jürisinde olacağım festivalde; festivali düzenleyen isimlerin sanırım en fazla zorlanacağı konu Mimari yetersizlikler olan güzel şehrimde, engellilerin kolayca gelebileceği festival mekanları bulabilmek.
http://engelsizfilm.com/en/
Etiketler:
engelli,
engelsiz film festivali,
ömür kınay
6 Nisan 2011 Çarşamba
Saadet Sevinç Aktansel Çetinok'a Destek Oyunu
ALS Hastası, Emekli Devlet Tiyatrosu sanatçısı ve oyuncu Sevinç Aktansel Çetinok'un bakım ve tedavi masrafları için gerçekleşecek bir bağış oyunu. ALS kaslarda ciddi fonksiyon kaybına neden olan bir Motor Nöron hastalığıdır. Nedim Saban'ın desteğiyle 24 Nisan'da Tiyatro Kare "Büyük İkramiye" oyunu sahnelenecektir. Bize destek olmanız beni ve ailemi çok memnun edecektir.
Saadet Sevinç Aktansel Çetinok, 1937 yılında İstanbul'da doğdu. 1962 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. 15 yıl Ankara Devlet Tiyatrosu'nda, 13 yıl Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatro'sunda, 12 yıl İstanbul Devlet Tiyatro'sunda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. 70 e yakın oyunda oyunculuk, 20'den fazla oyun yönetti. Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatro'sunda gençlere yönelik kurslarda birçok oyuncu ile çalıştı. (Ahmet Uğurlu, Erkan Can, Ali Sürmeli, Zafer Algöz). Mimar Sinan Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Trakya Üniversitesi'nde diksiyon, konuşma, tiyatro ve ikna dersleri verdi. Her zaman bir sanatçı ve öğretim üyesi olarak yaşam ve meslek deneyimiyle sanat dünyasına yeni ufuklar kazandırmak istedi. 1996 yılından itibaren İlişkiler, Şehnaz Tango, Asmalı Konak, Tatlı Hayat, Büyük Yalan, Evdeki Hesap, Şarkılar Seni Söyler, Kadın Severse gibi birçok dizide ve en son olarak da Bez Bebek dizisinde Makbuş rolüyle televizyon izleyici ile buluştu. Ve geçen sene yine Devlet Tiyatro'sunda King Kong'un Kızları oyununda yer aldı. Yaklaşık üç yıldır ALS hastalığıyla savaşmakta olan durumu ciddiyetini koruyan Sevinç Aktansel'in oğlu olarak ben Cem Çetinok sizi bu güzel amaç için bu oyuna davet ediyorum. Sevgilerimle ''Cem Çetinok''
Saadet Sevinç Aktansel Çetinok, 1937 yılında İstanbul'da doğdu. 1962 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. 15 yıl Ankara Devlet Tiyatrosu'nda, 13 yıl Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatro'sunda, 12 yıl İstanbul Devlet Tiyatro'sunda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. 70 e yakın oyunda oyunculuk, 20'den fazla oyun yönetti. Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatro'sunda gençlere yönelik kurslarda birçok oyuncu ile çalıştı. (Ahmet Uğurlu, Erkan Can, Ali Sürmeli, Zafer Algöz). Mimar Sinan Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Trakya Üniversitesi'nde diksiyon, konuşma, tiyatro ve ikna dersleri verdi. Her zaman bir sanatçı ve öğretim üyesi olarak yaşam ve meslek deneyimiyle sanat dünyasına yeni ufuklar kazandırmak istedi. 1996 yılından itibaren İlişkiler, Şehnaz Tango, Asmalı Konak, Tatlı Hayat, Büyük Yalan, Evdeki Hesap, Şarkılar Seni Söyler, Kadın Severse gibi birçok dizide ve en son olarak da Bez Bebek dizisinde Makbuş rolüyle televizyon izleyici ile buluştu. Ve geçen sene yine Devlet Tiyatro'sunda King Kong'un Kızları oyununda yer aldı. Yaklaşık üç yıldır ALS hastalığıyla savaşmakta olan durumu ciddiyetini koruyan Sevinç Aktansel'in oğlu olarak ben Cem Çetinok sizi bu güzel amaç için bu oyuna davet ediyorum. Sevgilerimle ''Cem Çetinok''
Etiketler:
saadet sevinç aktansel çetinok,
sanatçı,
tiyatro,
tiyatro kare
3 Nisan 2011 Pazar
Paris - Musee D'orsay
2006 yılında Paris’e gitmiştim; keşke o zamanlar blog kullanmaya başlasaymışım, o muhteşem Paris seyahatimi çok daha güzel anlatabilirdim…
Paris’te yapmaktan en keyif aldığım şey Müzeleri gezmekti, bunun için iki gün yetmedi ve pek tabiki Paris’i bana gezdiren, anlatan değerli arkadaşım,o olmasa Paris’in güzel yerlerini, zamanlarını bilemezdim.
İngiltere’de olduğum bir dönemde Paris’e (büyük bir gerzeklik örneği ile) 10 saatlik otobüs yolculuğuyla vardım, neyse ki arkadaşım İngiltere’ye geri dönüşümde beni EuroStar ile 2,5 saatlik bir tren yolculuğu ile uğurladı.
Uzun uzun başka bir zaman bu seyahati tekrar yazabilirim, ancak bugün yüksek lisans ile ilgili bir dersin araştırmasını yaparken Gustave Courbet ile ilgili bir yazı okurken; Paris’te Musee D’orsay’da gördüğüm ”L’Origine du Monde” isimli Courbet tablosu ile ilgili bir kaç (alıntı) bilgi vereceğim…
Alıntı: Sanatın Öyküsü - E.Gombrich, sf 511
Gustave Courbet (1819-1877) Paris’te, 1855 yılında, bir barakada açtığı kişisel sergisine Le Realisme (Gerçekçilik) adını verdi. Courbet’nin ”realizm”i, sanatta bir devrimin başlangıcı olacaktı. Doğadan başka kimsenin öğrencisi olmak istemiyordu Courbet.
1854’te yazdığı bir mektupta şunları söylüyor ”İlkelerimden kıl payı olsun sapmadan, vicdanıma bir an olsun yalan söylemeden, birsinin hoşuna gitmek veya kolay satabilmek için bir karış tuval olsun boyamadan, yalnızca kendi sanatımla yaşamımım kazanacağımı umut ediyorum”
Orsay Müzesi, eski tren garı Gare d’Orsay‘ın içindedir. 1848-1914 yılları arasına ait sanat eserlerine ev sahipliği yapan müzedeki eserlerin çoğu 1986 yılında açılmasından önce Galerie nationale du Jeu de Paume‘de tutulmuş olan eserlerdir.
Aslında tren garı olan müze binası o dönemde Lucien Magne, Emile Benard ve Victor Laloux isimli mimarlar tarafından 1900 yılında tamamlanmış. 1939’a kadar Fransa’nın güneybatısına giden tren yolları buradan geçmiştir. Bu tarihten sonra ise istasyonların uzun trenler için uygun olmaması nedeniyle ana ulaşıma kapatılmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında haberleşme merkezi olarak kullanılan Gare d’Orsay’ın oteli ise 1 Ocak 1973’te kapatılmıştır.
1977’de Fransız Hükümeti garın müzeye çevrilmesi kararını almıştır. Yapılan yenileme çalışmalarının ardından Orsay Müzesi 1 Aralık 1986’da Başkan François Mitterrand tarafından açılmıştır. Renaud Bardon, Pierre Colboc ve Jean-Paul Philippon müzenin yapımı için çalışan mimarlardır. Müzenin yöneticiliğini ilk olarak Françoise Cachin onun ardından Henri Loyrette ve son olarak 2001 yılından itibaren Serge Lemoine dır.
Paris’in Lille caddesinde bulunan Orsay Müzesi her yıl iki milyondan fazla insan tarafından ziyaret edilmektedir. (alıntı)
Alıntı: Raikal Gazetesi - L’origine du monde isimli tablo.
Gustave Courbet’nin yapıldığı dönemden bu yana skandallara neden olan ünlü yapıtı ‘Dünyanın Kökeni’, yıllar sonra ilk kez sergileniyor. En son 1988’de sergilenen resim, 1853’te yapılmış, ama 120 yıl boyunca kamuoyundan gizlenmiş, asla sergilenmemişti. Tablonun bir başka ilginç özelliği ise, o dönem Osmanlı’nın Paris büyükelçisi olan, Courbet’yle iyi bir dostluk kuran ve döneminin önemli sanat koleksiyoncuları arasında sayılan Halil Şerif Paşa’nın siparişi üzerine yapılmış olması.
Dünyanın Kökeni, Paris’te açılan bir Courbet sergisinde yer alıyor. Daha sonra New York’a gidecek olan sergi, sanatçının kendi döneminde kuralları yıkan ve sonraki kuşaklar üzerinde de etkili olan tarzını ele alıyor. Serginin açıldığı ‘Grand Palais’nın küratörlerinden Laurence des Cars sanatçının tarzını “Courbet muhtemelen son klasik ressam ve ilk modernistti diye özetliyor.
Sergide, 1877’de ölen sanatçının 120 yapıtı ve dönemine ait çeşitli fotoğraflarla belgeler yer alıyor. Manzaralar, portreler, nü’lerin ressamı Courbet, döneminde egemen olan yerleşik değerlere karşı çıkan, mesela kadınları ideal bir çekicilik içinde ama vücut kılları ve kırışıklıklarıyla resimleyen bir sanatçı olarak ilgi çekmişti. Tabii bu o zaman da, 20. yüzyılda da tepki çekmiş, ünlü resmi ‘Dünyanın Kökeni’ ancak 1988’de sergilenebilmişti. Yıllarca Halil Şerif Paşa’nın evinde bir perdenin arkasında duran resim, daha sonra ona sahip olan ünlü psikiyatrist Jacques Lacan’ın evinde de bir panonun arkasında tutulmuştu.
Radikal, 19.10.2007
photos by Ömür Kınay
Paris’te yapmaktan en keyif aldığım şey Müzeleri gezmekti, bunun için iki gün yetmedi ve pek tabiki Paris’i bana gezdiren, anlatan değerli arkadaşım,o olmasa Paris’in güzel yerlerini, zamanlarını bilemezdim.
İngiltere’de olduğum bir dönemde Paris’e (büyük bir gerzeklik örneği ile) 10 saatlik otobüs yolculuğuyla vardım, neyse ki arkadaşım İngiltere’ye geri dönüşümde beni EuroStar ile 2,5 saatlik bir tren yolculuğu ile uğurladı.
Uzun uzun başka bir zaman bu seyahati tekrar yazabilirim, ancak bugün yüksek lisans ile ilgili bir dersin araştırmasını yaparken Gustave Courbet ile ilgili bir yazı okurken; Paris’te Musee D’orsay’da gördüğüm ”L’Origine du Monde” isimli Courbet tablosu ile ilgili bir kaç (alıntı) bilgi vereceğim…
Alıntı: Sanatın Öyküsü - E.Gombrich, sf 511
Gustave Courbet (1819-1877) Paris’te, 1855 yılında, bir barakada açtığı kişisel sergisine Le Realisme (Gerçekçilik) adını verdi. Courbet’nin ”realizm”i, sanatta bir devrimin başlangıcı olacaktı. Doğadan başka kimsenin öğrencisi olmak istemiyordu Courbet.
1854’te yazdığı bir mektupta şunları söylüyor ”İlkelerimden kıl payı olsun sapmadan, vicdanıma bir an olsun yalan söylemeden, birsinin hoşuna gitmek veya kolay satabilmek için bir karış tuval olsun boyamadan, yalnızca kendi sanatımla yaşamımım kazanacağımı umut ediyorum”
Orsay Müzesi, eski tren garı Gare d’Orsay‘ın içindedir. 1848-1914 yılları arasına ait sanat eserlerine ev sahipliği yapan müzedeki eserlerin çoğu 1986 yılında açılmasından önce Galerie nationale du Jeu de Paume‘de tutulmuş olan eserlerdir.
Aslında tren garı olan müze binası o dönemde Lucien Magne, Emile Benard ve Victor Laloux isimli mimarlar tarafından 1900 yılında tamamlanmış. 1939’a kadar Fransa’nın güneybatısına giden tren yolları buradan geçmiştir. Bu tarihten sonra ise istasyonların uzun trenler için uygun olmaması nedeniyle ana ulaşıma kapatılmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında haberleşme merkezi olarak kullanılan Gare d’Orsay’ın oteli ise 1 Ocak 1973’te kapatılmıştır.
1977’de Fransız Hükümeti garın müzeye çevrilmesi kararını almıştır. Yapılan yenileme çalışmalarının ardından Orsay Müzesi 1 Aralık 1986’da Başkan François Mitterrand tarafından açılmıştır. Renaud Bardon, Pierre Colboc ve Jean-Paul Philippon müzenin yapımı için çalışan mimarlardır. Müzenin yöneticiliğini ilk olarak Françoise Cachin onun ardından Henri Loyrette ve son olarak 2001 yılından itibaren Serge Lemoine dır.
Paris’in Lille caddesinde bulunan Orsay Müzesi her yıl iki milyondan fazla insan tarafından ziyaret edilmektedir. (alıntı)
Alıntı: Raikal Gazetesi - L’origine du monde isimli tablo.
Gustave Courbet’nin yapıldığı dönemden bu yana skandallara neden olan ünlü yapıtı ‘Dünyanın Kökeni’, yıllar sonra ilk kez sergileniyor. En son 1988’de sergilenen resim, 1853’te yapılmış, ama 120 yıl boyunca kamuoyundan gizlenmiş, asla sergilenmemişti. Tablonun bir başka ilginç özelliği ise, o dönem Osmanlı’nın Paris büyükelçisi olan, Courbet’yle iyi bir dostluk kuran ve döneminin önemli sanat koleksiyoncuları arasında sayılan Halil Şerif Paşa’nın siparişi üzerine yapılmış olması.
Dünyanın Kökeni, Paris’te açılan bir Courbet sergisinde yer alıyor. Daha sonra New York’a gidecek olan sergi, sanatçının kendi döneminde kuralları yıkan ve sonraki kuşaklar üzerinde de etkili olan tarzını ele alıyor. Serginin açıldığı ‘Grand Palais’nın küratörlerinden Laurence des Cars sanatçının tarzını “Courbet muhtemelen son klasik ressam ve ilk modernistti diye özetliyor.
Sergide, 1877’de ölen sanatçının 120 yapıtı ve dönemine ait çeşitli fotoğraflarla belgeler yer alıyor. Manzaralar, portreler, nü’lerin ressamı Courbet, döneminde egemen olan yerleşik değerlere karşı çıkan, mesela kadınları ideal bir çekicilik içinde ama vücut kılları ve kırışıklıklarıyla resimleyen bir sanatçı olarak ilgi çekmişti. Tabii bu o zaman da, 20. yüzyılda da tepki çekmiş, ünlü resmi ‘Dünyanın Kökeni’ ancak 1988’de sergilenebilmişti. Yıllarca Halil Şerif Paşa’nın evinde bir perdenin arkasında duran resim, daha sonra ona sahip olan ünlü psikiyatrist Jacques Lacan’ın evinde de bir panonun arkasında tutulmuştu.
Radikal, 19.10.2007
photos by Ömür Kınay
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)