20 Aralık 2010 Pazartesi

ÖSYM'YE BAĞLI SINAV GİRİŞ YERLERİNDE REZALET - ENGELLENENLERE

ÖSYM'nin Ales rezaleti eşliğinde ilk sınav deneyimim 19 Aralık 2010 pazar günü gerçekleşti; 
Madem biz Engelliler (engellenenler) Engelliliğimizi bildiren raporumuzu Ankara ÖSYM Başkanlığına göndermekle yükümlüyüz, sizlerde üzerinize düşen görevleri yerine getiriniz, bizlere bangır bangır dayatmalar getiriyorsunuz, karşılığında Anayasal hakkımız olan sınava girişimizi insanca yapmamıza olanak sağlamıyorsunuz. Ankara'dan kalkıp gelip, tek tek okulların koşulları bize uygun mu diye kontrol etmenize gerek yok, her üniversite kampüsünün binasından sorumlu, kurumunuza bağlı çalışanlarınız var, onlardan binaların mimari koşullarının uygun olup olmadığını düzgünce saptayın. Olmayanları da artık düzenleme çalışmalarına biran evvel girişin!..
Elimizdeki sınav Giriş Belgemize ''ENGELLİ' ' diye yazı yazmayı ihmal etmiyorsunuz; Sınav saati 09:30 ancak güvenlik aramaları sebebiyle 60 dakika önce okul bahçesinde bulunmamızı tavsiye ediyorsunuz.
Gelelim olaya;
ÖSYM tarafından belirlenen okul İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO binasıydı. 08:45'de okul bahçesinde olabildik, benden önce gelenler ve sonradan teker teker gelenler ile. Dakikalar ilerledikçe çeşitli engel gruplarından Engellileri görünce anladım ki bu okul sadece Engellilerin girmesi için belirlenmiş bir okul ancak, daha okulun bahçesine girerken sekiz basamaklı bir kapı var (yardımcı oldular, diğer binaların arkalarından basamaksız bir şekilde bizleri güvenlik görevlileri içeri getirmişlerdi)
Sınavın yapılacağı binanın girişinde de üç basamak var ve o mühim soru bina görevlilerinden tekerlekli sandalyede oturan bizlere soruluyor ''sınav yeriniz bir alt katta biraz yürüyebilir misiniz?'' 
Bu soruyla Atatürk Havalimanı'nın girişindeki güvenlik geçişi sırasında da çokça muhatap oluyorum, yahu ''yürüyebiliyor olsam bu sandalyede işim ne?''
Neyseki yine o bina görevlileri içeri girip daha önceden sınıflara yerleşmiş, görme engelli arkadaşlarla bizlerin sınıfının katını değiştirerek çözüm getiriyorlar. Bizden önce getirilmiş, sınıflara taşınmış kişiler tekrar sandalyeleri ile taşınıyorlar, zemin katta bulunan bir sınıfa yerleştiriliyorlar.  
Bir süre sonra bir kişi daha geliyor o da tekerlekli sandalyede; on beş dakika önceki olumsuzlukları yaşamamıştı, sınıf sıraları eski tip birleşik banklı masalardan oluşuyor, beyfendi doğal olarak sandalyesi ile oraya transfer olamadığından haklı olarak kıyameti koparıyor; işte o an bu rezalate zemin hazırlayanların yaşamadığı bir duygu hepimizde oluyor UTANMA, insanlığınızdan utanç duyuyorsunuz.
Neyse ki sınav görevlilerinden yana şansımız yaver gidiyor da, beyfendiyi sakinleştirip, bu olumsuzluklara rağmen birazdan gireceği Ales sınavına yoğunlaşması için telkinde bulunuyor (benim elim ayağım ilk on beş dakika titredi).  Beyfendiye nerede oturduğunu sordum, Sarıyerde oturuyormuş, bu da büyük bir sorun, bu kişinin 08:30'da orada olabilmesi için 07:30'da yollara çıkması demek, Sarıyer'den gelen birini ne çeşit bir akılla Beyazıt'a verirsin?
Kimimize seyyar tekli masa getiriliyor, kimimiz sınav görevlerinin transferlerimize yardımıyla sıraya oturtuluyor, kimimiz ise iki masa arasındaki koridor gibi boşlukta sandalyesi ile oturuyor, yazdığı yöne göre o tarafın masasını yanına alıp, boyun ağrıları ile beraber sınava giriyor.
Bir Engellinin Sınava gidiş Serüveni;
İstanbul'da Bedensel Engellilerin kullanabildiği belediye otobüslerinin sayısının on yedi olduğunu okumuştum, doğal olarak sınav günü ben de Bakırköy'den 08:00'de evimden çıktım tabi taksiyle, bir de dönüş taksi parasını ekleyin. Kuzenim de bu sınava girdi ancak sınav giriş yeri oturduğu semtte, evine beş dakikalık mesafedeydi. Bahçelievler'de de Marmara Üniversitesi Kampüsü var, madem Engelli için fiziksel koşulları olmayan bir yere verecektin, bari evime yakın bir okula verseydin.
Taksi parasını da mühim etmeyelim; evinden çıkıp, sınav sonrası evine dönmesi arasındaki süre en az beş buçuk saattir (kabaca sekizde evden çıksak, 12:30'da sınav bitti, 13:30'da evindesin) Bedensel Engellilerin bu süre boyunca tuvaletini tutma zorunluluğu.
Gelelim ısıtmaya, Ales'e giren pek çok kişiye sordum, girdikleri okulda ısıtma problemi yaşadılar mı? diye, genelde çok az da olsa soğuktan pek şikayetçi olmadılar; bizler orada donduk (giderken kat kat giyinme önlemi alsamda)
Cep telefonu, anahtar gibi önemli eşyalarımı yanımda almama da izin yok, dolayısıyla bana refaket eden biri ile oraya gitmem gerekmektedir; taksi vs. için telefona ihtiyaç duyacağım . Neyseki bu yardımı da bir diğer kuzenim üstlendi. 
ŞİMDİ BAKALIM ÖNÜMÜZDEKİ SINAVLARA...
Bence Ales'in sözel bölümünde 40 ile 50 arasındaki soru şekillerinden buradaki anlattıklarıma benzer bir soru hazırlayıp 2011 Ales'te sormalılar.
Örnek soru;
Ömür'ün Ales sınavına girerken giyeceği yeşil yün kazak, lacivert yelek, kırmızı şal ile siyah kar pantalonu; mor, mavi, siyah renkt dört farklı montu vardır. Ömür'ün Ales'te ne giydiği ile ilgili şunlar bilinmektedir:
* Yeşil yün kazak ve siyah kar pantalonu
* Lacivert yelek ve siyah kar pantalonu
* Kırmızı şal  ve siyah kar pantalonu
1.soru Ömür 19 Aralık 2010 Ales'de hangilerini giymesine rağmen üşümüştür?
2.soru Ömür 26 Aralık 2010 ÜDS'de hangilerini giyerse üşümez?
3.soru Ömür'ün siyah kar pantolunu giydiği halde üşüdüğü bilinmektedir, öyleyse Ömür ÖSYM'dekilere ne demiştir?
4.soru yoksa Ömür ÖSYM'ye zaten giydirmiş midir?


15 Kasım 2010 Pazartesi

LONDRA'DAN GÖSTERİLER - (Eugene Onegin Operası)

Londra'da bulunduğum 15 ay boyunca bana sponsor olan Sofra Restaurantları'nın sahibi Hüseyin Özer'den bir telefon aldım, ''Türkiye'ye dönmeden ne izlemek istersin?'' diye sormuştu, ben de tercihimi Opera'dan yana kullanmak istedim ve Pyotr Ilyich TCHAIKOVSKY'in bestelediği Konstantin Schilowski'nin Libretto'sunu yazdığı 3 perdelik Eugene Onegin operasını izlemek için Royal Opera House'a gittim. (Hüseyin bey'de bana eşlik etti) Bolshoi Operası ile sadece dört günlük özel bir gösterimdi bu.

Eugene Onegin'e burada hayat veren Bolshoi Operası'ndan 1970 Moskova doğumlu sanatçı Dmitri Tcherniakov'du.


Covent Garden'ın konumu;

Londra'da sahnelenen eserlerde son teknoloji mekanizmalar kullanılmaktadır. Sahneyi büyük koltuklardan rahatlıkla görebilirsiniz ve perde üzerinde ingilizce altyazılar ile eseri takip etmeniz mümkündür, Balkon izleyicisinin herbirine ise ayrı ayrı dijital gösterge konulmuş.

Londra'daki izleyiciye gelince, Dünya'nın heryerinden gelen seyirci, gerek kıyafetleri, gerekse davranış biçimleri ile buradaki havaya uyum gösteren görkemli, ciddi bay ve bayanlardan oluşmuştu. Bana göre Londra'nın merkezinde eğlenmek, opera ve müzikallere gitmek için gidilecek ilk yer Covent Garden'dır. Hafta sonlarında dolup taşan neşeli kalabalığı, açık alanları, meydanları, restaurantları, mağazaları ile...

Gösteri sonrasında kapısındaki kuyrukların sokaklara taştığı Publar'da arkadaşlarınızla sohbetler, yürüme mesafesinde Sinema filmlerinin galalarının yapıldığı Leicester Meydanı'nda Charlie Chaplin'in heykeline karşı kahvenizi yudumlamak. Çin yemekleri yemek ya da sadece o havayı solumak için China Town’a geçiş beş dakikanızı almayacaktır.

The Royal Opera House hakkında;



1728'de ilk kez Covent Garden - Londra'da kurulmuş, bina 1808'de yanmış. 18 eylul 1809'da Robert Smirke tarafından dizayn edilen bina ikinci defa açılmış ve ilk oyun olarak Macbeth sahnelenmiş.
5 mart 1856'da yeniden bir yangın sebebiyle hasar görmüş ve Edward Middleton Barry tarafından dizayn edilen tiyatro binası 15 mayıs 1858'de Meyerbeer's Les Huguenots oyunuyla üçüncü kez açılmış.
Birinci Dünya Savaşı zamanında İngiltere Çalışma Bakanlığı tarafından eşyalarına haciz konulmuş.
The royal opera house 20 şubat 1946'da  The Sleeping Beauty ile yeniden perdelerini açmış.
14 ocak 1947'de Bizet'in Carmen'i sahnelenmiş. 1990'larda yeniden yapılandırılan bina 2268 kişi kapasiteli.



Eugene Onegin Eseri hakkında;

Opera: Aleksandr Sergeyeviç Puşkin'in 1833 yılında yayımladığı aynı adlı romanını temel almıştır. ilk defa 29 mart 1879 tarihinde Moskova Maly Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Lirik opera'nın en bilinen örnekleri arasındadır. Türkiye'de ise ilk kez 1963 yılında Ankara'da temsil edilmiştir. (wikipedia)



Roman: Rus edebiyatının en önemli klasik eserlerinden biri niteliğindeki manzum roman, sonradan Rus edebiyatinda bulunan roman kahramanlarına bir örnek olarak alınmıştır. 1825 ile 1832 arasinda bir fasiküller serisi halinde ilk defa yayınlanmış ve birinci tüm basımı ise 1833de hazırlanmıştır.

Ana tema: Gerçek hayat ile edebiyat eserlerinde incelenen hayat arasındaki farktır. Kişiler okudukları edebiyat eserlerini ve edebiyat sanatını gerçek sanarak hayatlarında bunları uygulamaya çalışmaktadırlar. Romantik bir kız olan, Tatiana, Avrupa dillerinde yazılmış romantik eserleri okuyup hayatını bunlara uydurmaya çalışmaktadır. Annesi gerçek hayatın bu eserlere hiç uymadığını devamlı olarak ona söylemektedir fakat burada bir acayip paradoks ortaya çıkmaktadır; Puşkin'in eseri de bir edebiyat eseri olup gerçek değildir; o zaman bu gerçek olmayan eserin akışı nasıl olup da gerçeği açıklar? Eser Batı Avrupa Edebiyatının klasik eserlerine devamlı birçok atıflarda bulunmaktadır. (wikipedia)

Opera, genellikle tarihi veya mitolojik konulu bir drama eşliğinde ortaya konan, müzikal ve teatral fırmda bir sahne eseridir. Klasik Batı müziği geleneğinin önemli bir parçası olan opera, bir tiyatro eserinde bulunan bir çok unsurun yanısıra, müzikal form veya dansın da içselleştirildiği bir yapı bütünlüğüne sahiptir.

Libretto ise Opera, Operet, Oratoryo, Bale, Müzikal gibi sahne eserlerinin yazılı metinlerine verilen addır. Müziğin sözü olarak tanımlanabilir. Şiirsel ifadeler ile anlatımı müzik ile bütünleştirir. (turkcebilgi.com)

Fotoğraflar Ömür Kınay tarafından çekilmiştir.



12 Kasım 2010 Cuma

En zor iş benimkisi

Şimdi sizlere yaklaşık iki ya da üç sene evvel yaşadığım bir anımdan bahsedeceğim; Kahramanlardan biri yönetmen ve oyuncu Cansel Elçin, onunla 2005 yılında Kırık Kanatlar dizi setinde (Ayvalık)'ta tanıştık ve arkadaş olduk, yolculuğumuz ve bu güzel dostluğumuz onun mütevaziliği ve içtenliğiyle Paris'e kadar uzandı.

Bir gün yine telefon ile konuştum, kısafilm ve sinema ile ilgili olduğumu bildiğinden fırsat buldukça beni çekimlere davet ederdi ve dizinin setine davet etti, okuldan çıkıp, taksiyle Hatırla Sevgili dizisinin setine gittim.

Set'te hastane planları çekiliyordu ki, neredeyse iki saat oldu aynı mekandaydık, çekim aralarında ufak ufak bir iki kelime ancak edebiliyorduk.

Kamera arkasında ben çekimleri izlerken Figürasyondan kırklı yaşlarında bir bayan yanıma geldi; hanımefendi hasta yakını rolündeydi, çekimler esnasında ana karakterlerin yanından yürüyerek kameraya girip, görüntüden çıkıyordu, tabi çekimler yakın planlar, genel planlar ve tekli - ikili planların çekimleri için çokca tekrarlanmak zorunda olduğundan, hanımefendi sıkılmış olacak ki bana ''ayyyy en zor da sizin rolünüz saatlerdir o sandalyede oturuyorsunuz'' dedi.

Kısa süreli algılama sorunu yaşadıktan sonra kendime gelip, gülmeye başladım onun kırılacağını düşünerek bir süre durumumu belirten bir açıklama yapamadım ve sonunda gülümseyerek ''ben gerçekten tekerlekli sandalyeliyim'' diyerek durumumu aydınlığa kavuşturdum.

Tabi engelliler bu ülkede öyle istedikleri zaman istedikleri yerlere kolaylıkla gidemedikleri için evden çıkmadıklarından hanımefendi haklı olarak beni engelli olarak düşünememişti.

29. Istanbul Kitap Fuarı - TÜYAP izlenimlerim

30 ekim - 7 kasım 2010 tarihleri arasında Beylikdüzü Tüyap'ta gerçekleşti; açılış günü ve kapanış günü olmak üzere iki defa gidebildiğim fuar oldu, fuarın kalabalıklığı her geçen yıl artmakta.

Fuar'da ilk ziyaret ettiğim firma Taschen yayınları oluyor, fakat ne yazık ki Animation Now isimli kitaptan sonra animasyon ile ilgili başka kitap çıkarmayan Taschen'den Ilustration Now serilerini her geçen yıl birer birer satın alıp kitaplığıma koyuyorum; David LaChapelle albümü'nü gördüm ama fiyatından ötürü satın alamadım (tamamen duygusal).

İmza günlerinde ise Hıfzı Topuz, Ataol Behramoğlu ve Emre Kongar ile sohbet edip, tanışma fırsatı bulabildim.


Fuar'ın kapanış gününde Turgut Özakman'ın Bilgi Yayınevi'nde imza günü vardı ancak; kendisi için özel hazırlatılmış telefon kulübesini andıran, halktan kendini soyutladığı yapıdan rahatsızlık duyduğumu belirtirken, Turgut Özakman geldi ve yüzüne maske takıp, eline eldivenlerini geçirerek, yanında bir koruma görevlisi eşliğinde kitapları imzaladı. Yayınevi'ne tepkiler gelmeye başladı, kendisinin ''hasta olup olmadığı?''soruldu, ''yaşının ileri olmasından dolayı, kendini koruma amaçlı alınan bir önlem olduğu'' cevabı tarafımıza bildirildi. Tüm bu olumsuzluğa rağmen fuarda en favori imza sırası kendisi içindi.
Tabi bu tür durumlarda insanlar ikiye ayrılır; ''ne olursa olsun okurlarına saygı gösterip gelmiş diyenler'' ile... ''o zaman evinde otursaydı da, böyle saygısızlık etmeseydi'' diyenler.

Bu arada 6 kasım tarihinde Tüyap'a gitme niyetim vardı, bazı sevdiğim yazarlardan dolayı ancak, bir gece önce NTV'ye konuk olan Cem Yılmaz'ın o tarihte imza günü olduğunu duyup, iptal etmiştim, Cem Yılmaz'ı sevmediğimden değil, mahşer yeri gibi olacağını düşündüğümden; iyiki de gitmemişim, çünkü o tarihte fuara gelen ziyaretçi sayısı 350.000 imiş.

5 Kasım 2010 Cuma

Migros duyarlılığı (Engelliler için Alış-veriş arabası)

4 kasım 2010 günü, mezun olduğum İstanbul Kültür Üniversite'sine hocalarımı ve arkadaşlarımı ziyarete gitmiştim (hoş bunu haftada bir gün bazen de iki olmak üzere tekrarlıyorum, okulumu ve hocalarımı seviyorum).


Okulun yanında bulunun Airport AVM'ye uğradım, evime dönmeden biraz alış-veriş yapmak için; alış-veriş için seçtiğim firma Migros'du, kapıdan girince bizim alıştığımız küçük alış-veriş sepetlerini aramaya başladım çünkü ancak o sepeti kucağıma koyup mağazada bağımsız dolaşabilme imkanım var, büyük olan tekerlekli sepetleri, tekerlekli sandalye ile aynı anda kullanmanız mümkün değildir; neyse...

bulamayınca da mağaza görevlilerinden yardım istedim ''Güvenlik sebebiyle kaldırıldı'' cevabını aldım, bunun üzerine ''Engelli alış-veriş sepetiniz var mı?'' diye sorduğumda...dikkat edin ''var mı? - nerede''diye sormadım çünkü henüz ülkemizde bunun yaygınca kullanıldığı bir yer göremedim, ilk kez 2006'da İngiltere'ye gittiğimde Tesco marketler zincirinde görmüştüm. Tabiiki ellerinde mevcut böyle bir sepet yoktu (diğer şubelerden emin değilim belki 5M'de vardır), mağaza görevlileri bana alış-veriş süremde bir kişinin eşlik edebileceğini söylediler, çok da naziklerdi.(ben o kadar nazik kalabildiğimi söyleyemeyeceğim, olumsuzluklar çileden çıkarıyor)
Pek tabii kendilerinin atladığı birşey değildi bu, Migros Yönetimi'nin atladığı kusurdu. Şikayetimi ve bilgilerimi yanıma gelen bir hanımefendi not aldı. Alış-verişimi ise onların nazik yardımını reddederek, elimdekileri tek tek bir kasaya getirip bırakmak suretiyle devam ettirdim, çünkü Engelli olmak her işiniz için birinizin sizin peşinizden koşması demek değildir!..

İhtiyaç duyduğumuzda ve ya  ENGELLENDİĞİMİZDE biz bunları ifade edebilecek nitelikte kişileriz.

Birazcık vaktimden çaldım ama teker teker de kasaya getirip bırakıp, alış-verişime devam etmek suretiyle, tamamladım.

Ve bugün 24 saat tamamlanmamıştı ki Migros tarafından arandım; ''Şikayetimin değerlendirildiği, haftasonu tüm Migros şubelerine Engelli Alış-veriş sepetlerinin temin edileceğini'' tarafıma bildirdiler.



Fotoğrafta gördüğünüz Bedensel Engelliler için tasarlanmış, bütün tekerlekli sandalyelere uyumlu Engelli alış-veriş arabasıdır, tekerlekli sandalyenize kimsenin yardımı olmadan, üzerinde (sağında ve solunda) bulunan iki mandalımsı bir mekanizma ile sandalyenize monte edilip, (ellerinizle onu tutmanıza gerek kalmadan) siz sandalyenizin lastiklerini çevirdikçe o da sizinle beraber ilerleyebilecek bir tasarımdır.

(Özel olarak ekstra ilgilenen Airport AVM MİGROS Mağaza sorumlusu İsmail Hocaoğlu'na teşekkürler)

Teşekkürler Migros bu duyarlılık ve saygı için diyorum.

17 Ekim 2010 Pazar

Cirque Du Soleil'de Engelli ve Türk dansçı - DERGİN TOKMAK

Londra'dan gösteriler - Cirque du Soleil başlığı altında 2 gün önce bir yazı yazmıştım, grubun Londra'da izlediğim Varekai isimli gösterisinde Ikarus'un kanatlarını kaybettiğinde onun kanatsız kalmasını temsil eden ve sahneye iki koltuk değneği ile çıkıp dans eden bir engelli dansçısı vardı, bu gece onunla ilgili bir araştırma yapmak için değim yerindeyse kolları sıvadım, önce gösterinin videolarını youtube'dan izlemeye başladım, dansçı hakkında yapılmış sayfalarca yorumları okudum;

kimileri bu durumun bir ''düzmece'' olduğundan filan bahsederken,
(Dünya'nın her yerinde böyle insanlar var, benim de insanları kandırdığımı, sahte heyet raporu almaya kalkıştığımı söyleyenler olmadı değil hani, neyse...)

bir kişi dansçının gerçek hayatta bedensel engelli olduğunu, isminin Dergin TOKMAK olduğunu yazmıştı.

Google'da ismini yazıp aramayı başlattığımda ise sanatçının 1973 Almanya doğumlu olduğu ve ailesinin Türk olduğu bilgisine ulaştım.

Buyrun bir de siz okuyun...

http://www.stixsteps.de/Bio.html

Varekai performansını aşagıdaki videodan izleyebilirsiniz:

*(solo of Crutches''Cirque Du Soleil Varekai'')*youtubedaki video ismi...



Dergin Tokmak'ın muhteşem Varekai performansını izlemek için tıklayın 

Dergin Tokmak - James Brown  video izlemek için tıklayın

ALKIŞLAR

16 Ekim 2010 Cumartesi

LONDRA'DAN GÖSTERİLER - (Cirque Du Soleil)

Cirque Du Soleil;

Kanadalı topluluk, anlamı ise Güneş Sirki. Dünya üzerinde, yerleşik ve dolaşan 20 Cirque du Soleil varmış. (Hıncal Uluç'un yazısında okumuştum)

Bu topluluğu ilk kez 2002 senesinde (74. Oscar ödül töreni gecesi) canlı yayındaki şovlarıyla görmüştüm ve özel günlerde bazı televizyon kanalları gösterilerini yayınlıyordu, o zamanlar biri onları canlı izleyebileceğimi söylese inanmazdım.
Kostüm tasarımlarını (ne kadar doğrudur bilemiyorum) Jean Paul Gaultier'in yarattığını okumuştum.
Bence bir insanın yapabileceklerinin sınırlarını zorluyorlar. 

Varekai;

Cirque Du Soleil'in yunan mitolojisinden, Ikarus'un hikayesinden esinlenerek oluşturduğu gösterisinin adıdır Varekai. Grubun kuruluşunun 25. yılı anısına ocak 2010'da Londra Royal Albert Hall'da gerçekleştirecekleri gösterinin haberini alınca bileti satın almak için 2009 yılının Ekim ayında aradığımda 16 ocağa kadar olan tüm biletlerin satıldığını öğrenmemle şok olmuştum, neyse biletimi satın aldım, üstelik 160 poundluk bileti Engelli özel indirimi ile 50 pounda satın alabilmiştim, üstelik yanımda bir kişiyi bu gösteriye ücretsiz davet edebilme hakkına da sahiptim.



Ikarus;
Atinalı mimar Daidalos ve oğlu İkarus, Kral Minos'un emriyle Labyrinthos'a kapatılır. Daidalos kendisi ve oğlu için bu labirentten kaçmaya yarayacak iki çift kanat yapar ve balmumu ile sırtlarına yapıştırır. Babasının Ikarus'a uçarken zevkten kaçınması gerektiği, ne uçmanın coşkusuyla güneşe yaklaşmasını, ne de denize yakın uçup da kanatların nemlenmesi engellesini tembih eder. İkarus uçabilme özgürlüğü ile babasını dinlemez ve güneşe fazla yaklaşınca balmumu erir ve Ege Denizi'ne düşerek hayatını kaybeder. (vikipedia)


Royal Albert Hall;
Ingiltere'nin başkenti Londra'nın Kensington bolgesinde bulunuyor, 29 mart 1871'de Kraliçe Victoria'nin kocası Prens Albert'tan ismini alan konser ve gosteri merkezidir.


Gösteriye gelince ben hala o rüyayının içindeyim, uyanırsam anlatırım...






Fotoğraflar Ömür Kınay tarafından çekilmiştir

LONDRA'DAN GÖSTERİLER - (Billy Elliot)

Bu günkü yazılarımda birkaç fotoğraf ile ufak tefek bilgiler verebilecegim üç gösteri olacak; Sanırım Ingiltere'de oldugum zamanlarda yaptığım en değerli şey bu muhteşem gösterileri izleyebilmekti. İlki Billy Elliot müzikali, ikincisi Cirque Du Soleil grubunun gösterisi, üçüncüsü ise Eugene Onegin Operası.



Billy Elliot Müzikali

İngiltere'de 1984 yılında yaşanan madenci grevi ve babası da bir madenci olan 11 yaşındaki Billy'nin hikayesi; Box derslerini almayı reddedip, bale dersleri almaya başlayan ve bu yolda Babasına ve abisine karşı mücadeleci bir tavır takınan çocugun Billy Elliot olması.

Bu hikayenin 2000 yılında bir de beyazperde versiyonu var ki bunu da izlemiştim. Londra'da The Victoria Palace Theatre'da izlediğim müzikal, sahne tasarımı ve dekoru ile çok ilgimi çekti, tek bir sahne vardı fakat biz o sahnede pek çok mekanı gördük, maden ocaklarını, Billy'in evini (mutfak, odası vs.) okulunu, okul tuvaletlerini yani pek çok mekanı araya perde çekilmeden bir film izlermiş gibi bize sundular; sahne bir anda ortadan bölünüyor, yerden yukarı merdivenler yükseliyor Billy'in odasına dönüyordu, yazı ile pek tarif edebilmem mümkün görünmüyor bu görselliği...

2009 yılında bu İngiliz yapımı müzikal ile En iyi müzikal ve En iyi aktörün bulunduğu 10 kategoride Tony ödüllerini almıştı.
Bu güne kadar 3 çocuk Billy karakterini gerçekleştirmiş; David Alvarez, Trent Kowalik ve Kiril Kulish.

Ben 2010'da izlediğim için bu seneki Billy Elliot'u 12 yaşındaki Aaron Watson oynamıştı.

"Billy Elliot", aralarında en iyi müzikal yönetmeni ve koreografinin bulunduğu diğer 8 dalda da ödüllerin sahibi; müzikler ise Elton John'a ait (ancak müzkten ödül alamamış).

Fotoğraflar Ömür Kınay tarafından çekilmiştir

Billy Elliot rolünde Aaron Watson
Victoria Palace Theatre - Londra

13 Ekim 2010 Çarşamba

ŞİLİ'Lİ OLMAK VARMIŞ
















ŞİLİ’deki madencilerin 69 gün süren esaretlerinden sonra başarılı bir şekilde kurtarılmalarını dün geceden beri tüm dünya ile beraber izliyoruz. Şili devlet başkanıda eşi ile beraber saatlerdir orada ve bu durumun haklı gururunu yaşıyor olmalı

oysa ki BİZ...sadece İZLİYORUZ.

Şili'deki olay madenciligin çok gelistiğinin ve Ülkemizin acizliğinin bir göstergesidir. Teknolojik anlamda ahkam kesebilecek bir bilgiye sahip değilim; şimdiye kadar herkesin tek tek sağ çıkarılmış olması ile Madencilkte son noktayı bize gösterdiler.

Gelelim Türkiye'ye ZONGULDAK Karadon maden ocağında 17 Mayıs 2010'daki patlamanın ardından (5 ay geçmesine rağmen) 30 işçimiz hayatını kaybetti ve madencilerimizden Engin Düzcük ve Dursun Kartal'ın cesedlerini dahi enkazdan çikarmaktan aciz bir ulkede yaşiyoruz,

ne diyelim hükümetimizden öğrendik KADERİMİZ buymuş.


Bu yazımı 2 saat once yazmıştım ki Dipnot.tv'nin sitesinde Ömer Dinçer'in bir yorumunu okudum; Dinçer Şili'nin bu başarısı için şu yorumu yapmış ''BİZDE OLSA 3 GÜNDE ÇIKARIRDIK''. Pardon da adama sormazlar mı ''Neyi çıkarıyordunuz'' diye...

ÖMER DİNÇER KİM Mİ?
TC.nin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, üstelik 17 mayıs 2010'daki Zonguldak Grizu patlamasındaki başarısızlığa ortak olan en büyük isimlerden.

yazıyı okumak için tıklayınız

1 Ekim 2010 Cuma

Engellilerin yaşamını kolaylaştıranlar - Eczacıbaşı

Zehra Eliçin'in ''Avrupa’lı Engellilerin Mücadelesi'' isimli yazısını okurken, sağ köşede Vitra'nın reklamını gördüm, yazının linkini aşağıya kopyalayacağım.

Ilk kopyalayacagım link ise Eczacıbaşı (Vitra) firmasının, Yaşamı Kolaylaştıran Banyolar ismiyle tasarlamış oldugu, biz engellilerin hayatını herkes gibi yaşayabilmesine olanak saglayan urunler.

sitenin adresine tıklayıp görebilirsiniz

Zehra Eliçin'in yazısını okumak için tıklayınız

27 Eylül 2010 Pazartesi

Mesele Ezel'de Ramiz Dayı'nın ölmesi değil...

EZEL dizisi'nin 36.bölümünde (sanırım) Ramiz Dayı karakteri'nin, sekiz karakteri tarafından bıçaklanması sonrası, internet ortamında oluşan Ramiz dayının ölmesine üzülenlere karşın, bir başka grup 1.nci sezon sonunda Ramiz Dayının 6 ay sonra ibaresi ile tekerlekli sandalyede oturmasını hatırlattı ve bunun üzerine oluşan yeni durum;

''YEĞEENN MESELE RAMİZ DAYI'NIN ÖLMESİ DEĞİL, MESELE TEKERLEKLİ SANDALYE İLE YAŞAYABİLMESİ''Ömür Kınay.

26 Eylül 2010 Pazar

Engelleyenler ve Engellenenler

Türkiye'de biz ENGELLENENLER'in gidebilecegi yerler malumunuz kısıtlı, büyükşehirlerde yaşıyorsanız biraz daha şanslısınızdır; tabi gidilebilecek tek alternatif var nefret ettiğim ama mecburiyetten gitmek zorunda kaldığım alışveriş merkezleri, buralarda iyi kötü rampalar, engelli park yeri ve standart altı engelli tuvaletleri bulabilirsiniz ehh kötünün iyisi.

Tabi bu alışveriş merkezlerinde birşey daha var siz ENGELLEYENLER, anlamak mümkün değil zaten benim yaşam alanım kısıtlanmış, toplu taşıma araçlarını kullanamıyorum... (15 milyonluk Istanbul'da 17 adet engelli otobusü olduğunu okudum) seçeneklerim arasında AVM'lere gidebilmek var.

Alışveriş merkezinde yürüyen merdivenler var siz sayın TEMBEL ENGELLEYENLER için. Bu yürüyen merdivenleri kullanmak yerine asansör önlerinde uzun uzun beklemeyi yürümeye tercih eden sizler (bence sizlere de bir tekerlekli sandalye verelim, yürümeye ayağına üşenenlere), bir de utanmadan asansörden çıkanı beklemeden, benim üzerimden uzun atlama yapıp benden önce asansör kullanma hakkımı elimden alanlar;

YETER ARTIK BİR ASANSÖR KULLANMA HAKKIMIZ VAR ONU DA ELİMİZDEN ALMAYIN.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

İngiltere'deki Posta Kutuları

Queen Victoria'nın şifre halindeki yazı ile isminin bulunduğu arması.(1837)



As Victoria could not succeed to the throne of Hanover, the royal arms since 1837 have no longer carried Hanoverian symbols but just four quarters representing England, Scotland and Ireland. Victoria's arms have been borne by all of her successors on the throne, including the present Queen.














King Edward VII'nin şifre halindeki yazı ile isminin bulunduğu arması. (1902)





Edward VII (Albert Edward; 9 November 1841 – 6 May 1910) was King of the United Kingdom and the British Dominions and Emperor of India from 22 January 1901 until his death on 6 May 1910. He was the first British monarch of the House of Saxe-Coburg and Gotha, which was renamed the House of Windsor by his son, George V.

Predecesor: Oueen Victoria.

King George V'in şifre halindeki yazı ile isminin bulunduğu arması. (1911)




George V (George Frederick Ernest Albert; 3 June 1865 – 20 January 1936) was King of the United Kingdom and the British Dominions, and Emperor of India, from 6 May 1910 through the First World War (1914–1918) until his death in 1936. George was the first British monarch of the House of Windsor, which he created from the British branch of the German House of Saxe-Coburg and Gotha.

Precessor: Edward VII

24 Temmuz 2010 Cumartesi

EMPATİ - animasyon filmim








SİNOPSİS / SYNOPSIS - 2009
Türkiye’de metropol’de yaşayan engelsiz Rümö’nün, engellilerin dünyasında iş görüşmesine giderken yaşadıkları.
This short film tells the story of what able bodied Rumo, who lives in a latge metropolis in Turkey, experiences in a world of disabled people on his way to a job interview.






KÜNYE:

Yazan&Yöneten: / Written and Directed by: Ömür KINAY

Yapım: / Production: Ömür KINAY

Animasyon / Animated by: Gökçe ERVERDİ - Can SÖYLEMEZ

Müzik / Music produced by: Ceza ( Engeller) *bu projeye özel Ceza ”Engeller” isimli parça yapmıştır.

Seslendirme / Voice over artist: Okan BAYÜLGEN

Çeviri / Translated by: J.Deniz Tonka ELTON - Gül ÖNDEREN

Kurgu / Editing: C.Can SÖYLEMEZ - Ahmet BİKİÇ

Afiş ilüstrasyon / Poster illustrated by: Gökçe ERVERDİ - Can SÖYLEMEZ

Afiş&Dvd tasarım / Poster&Dvd design by: Berk ERKER

TEŞEKKÜRLER / Thanks to

İ.K.Ü.Mütevelli Heyet Başkanı İnş.Yük.Müh.Fahamettin AKINGÜÇ

Prof. Dr. Nükhet GÜZ

Prof. Dr. Simten GÜNDEŞ

Doç. Dr. Selçuk HÜNERLİ(Danışman hocam)

Doç. Dr. Bülent KÜÇÜKERDOĞAN

Öğr. Gör. Şafak Taner TAVKUL

Öğr. Gör. Mehmet Naci DEDEAL

Öğr. Gör. Hakan İŞÖZEN

Öğr. Gör. Salih KALAFATOĞLU
—————————————–

Cansel ELÇİN (Kiproko Film)
Sühan CEBECİ (Ceza - Menejer)
Hakan TAŞKIRAN
Eray Dinç
Togay BERKMEN

AMAÇ:

İzleyeceğiniz “Animasyon” filmi, evrensel bir sorun olan ama etkili sonuçlar elde edilemeyen ve özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde engellilerin yaşam hakkının zorluklarına yönelik bir eleştiri niteliğindedir.

Yapılan araştırmalara göre (2007) yaklaşık 8,5 milyon engelli var ülkemizde.
Yine ülkemizde engelliler düşünülerek altyapısı hazırlanmış tek bir bölge, mahalle, pilot bölge bile yoktur.

Anayasa’nın 50. Maddesi’nde açıkça belirtildiği gibi “kimse yaşına, cinsiyetine, gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar”. Yine Anayasa’nın 61. Maddesi’nde “devlet harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malul ve gazileri korur ve toplumda kendilerine yaraşır bir yaşam düzeyi sağlar. Devlet sakatların (yasada dahi engelliler sakat olarak anılmışlardır/Ö.K.) korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır”.

Türkiye, yukarıda da görüldüğü gibi, kendi anayasasında ve çeşitli uluslararası anlaşmalarda engellilerin haklarının korunmasına yönelik ilgili maddeleri kabul etmiş olmakla birlikte, gündelik hayatta mimariden, engelllerle bir arada yaşama kültürüne kadar uygulamada kolaylaştırıcı çalışmaları gerçekleştirememiştir.

Dolayısıyla sorun yasal engeller olmamasına karşın, engellilerle engelsizlerin bir arada üretken bir yaşamı paylaşamama ve bu konuda bir geleneği ve kültürü oluşturamama sorunu olarak belirmektedir. Engelliler nüfusun %12’sini oluşturmasına karşın, böyle bir kitle kapalı mekanlara, üretken olmayan ve değer yaratmayan hayatlara mahkum edilmiş durumdadır.
Ö.K.

22 Temmuz 2010 Perşembe

General Practitioner - Ingiltere'de hasta olmayın


Birleşik Krallık ve Irlanda Cumhuriyeti'nde kısaca gp diye adlandırılan pratisyen doktor. Bu ulkelerde yasıyorsanız ya da turist, ogrenci olarak geldiyseniz, hastalandıgınızda evinize en yakın gp'ye gitmek zorundasınız; kimi durumlarda bu aile doktoru diye de tanımlayabilecegimiz kisi evinize de gelebilir. O gerek gorurse sizi hastaneye sevk eder; gp'ye gorunmeden hastaneye gidebileceginiz tek durum acil durumlardır.

NHS: National Health Service Birleşik Krallığın sağlık servisi; hangi Ingiliz'e sorsanız BERBAT yanıtını alıyorsunuz ki benim fikrimde bu yönde.

iyi yanı tedavi, ambulans hizmetleri, laboratuvar tektıkleri ve ilaç bedava; ustelik yabancı uyruklu vatandaslara da.

ne diyelim GOD SAVE THE QUEEN

21 Mayıs 2010 Cuma

17 mayis 2010 Zonguldak grizu patlaması


17 Mayıs 2010 günü, Kara Elmas'ın ve emeğin yegane şehri Zonguldak'ta 30 değerimizi kaybettigimiz tarih, bir anne iki oğlunu birden şehit etmişti, bir ailede ise iki damat ve oğul şehit olmuştu, çoğu babaydı, biri 6 ay sonra baba olacaktı, birinin ise bir gece önce sözü vardı...Hele ilk iş gününde evine geri dönememek...

Tüm bunların üzerine Başbakan'ın açıklaması hiç yerinde olmadı ''GRİZU BU İŞİN KADERİDİR''


Zonguldak
yolundayız.

Dağların tepesinden,

Birdenbire denizi göreceğiz.

Denizi gökle bir göreceğiz,

Şimal rüzgârları gelecek uzaktan.

O yolcu, biz yolcu,

Şimal rüzgârlarıyla öpüşeceğiz.

Güneşli bir günde,

Masmavi göreceğiz Karadeniz'i.

Balkaya'dan Kapuz'a kadar,

Karış karış biliriz biz bu şehri;

Eki'nin çiçekli bahçeleri

Rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla;

Paydos saatlerinde yollara dökülen

Soluk benizli insanlarıyla.

.................................................

«Siyah akar Zonguldağın deresi;
Yüzkarası değil, kömür karası;

Böyle kazanılır ekmek parası

Orhan Veli KANIK

2 Mayıs 2010 Pazar

Yazgülü Aldoğan'ın 1 MAYIS izlenimi


1Mayıs, işçinin öğrencinin bayramı!

Nihayet polisin işçileri dövmediği, küçük grupların cam kapı indirmediği, katılan insanların pekala heyecanlanıp eğlenebildiği bir 1 Mayıs kutladık! Oluyormuş demek. İzinler önceden verildi, önlemler alındı. Sendikalar güvenliği sağladı. Polis, uzak durdu. Alana giren yüz binler, sloganlarını attı, bayraklarını salladı, halay çekti, yürüdü, yoruldu, acıktı, mutlu oldu sonuçta. Tören bitip katılanlar kazasız belasız dağıldıktan sonra da herkes bir oh çekti! Günlük yaralı ve ölü kontenjanımızı sabah sabah Tunceli’den aldığımız karakol baskını haberiyle doldurmuştuk çünkü, daha fazlası fazla gelirdi!

32 yıl sonra tekrar Taksim Meydanı’nda, üstelik bu kez çatışma çıkmadan kutlamayı başardığımız 1 Mayıs törenine gelince. Dün yazdığımdan vazgeçmiş değilim, olmayan bir sendikalı işçi sınıfıyla nasıl işçi bayramı kutlayacağız? Nitekim dün meydana gelenlerin yarısı işçiyse, yarısı sivil toplum örgütüydü. Hadi adını koyalım, öğrenciydi, gençlerdi. Şişhane’den Tarlabaşı Bulvarı yoluyla Taksim’e gittim. Dolmabahçe tarafını, Harbiye tarafını, parkı dolaştım. İşte izlenimlerim;

İşçi değil öğrenci

Gençler: Disiplinli, örgütlü, donanımlı. Kırmızı bayrakları, flamaları, şapkaları, yelekleri tek tip. Partizan, Kaldıraç, Dev-Genç, ve daha neler neler. Hala İbrahim Kalpakkaya diye bağırıyorlar, hala Deniz, Ulaş, hala Che ve hatta Mao! Eskiye sadık bir gençlik! Başlarındaki ne yap derse yapıyorlar. Koş, koşuyorlar, otur, oturuyorlar.

Partiler: Gençlerden öğrenecekleri var. Çok azlar, çok yaşlılar, çok pili bitmişler. CHP, ÖDP ve küçüklerden bahsediyorum.

Kürtler: BDP bayrağı altında gelmişler. Halay çekmeye bayılıyorlar. Ağızlarından Apo, parmaklarından zafer işareti eksik olmuyor. Tipleri çok farklı. Kadını erkeği sert bakışlı. Yaşlılar yerel kıyafetli, beyaz tülbentli, altın dişli.

Yeşiller: Çok azlar ama şık yeşil bayrakları, çiçekten taçlar takmış kızlarıyla modacı gibiler!

Feministler; Morlar, siyahlar, travestiler, tam bir renklilik içindeler.

İşçiler:
Üç ayrı federasyonun işçileri üç ayrı telden çalıyor. DİSK’inkiler daha disiplinli. Türk-İş’in işçilerinin arbede çıkarıp başkanın kolunu kırması hoş olmadı. Polis karışmasın, güvenliği biz sağlarız derken kastettikleri, polis karışmasın, gerekirse biz döveriz anlamına mıydı? Ele güne karşı sakin kalıp sonra hesaplaşsalardı.

Medya: Habertürk’ten Yiğit Bulut, meydana takıma elbise kravatla gelip, halk açılımı adına kamera önünde kravatını çıkardıktan sonra meydana bir milyon kişinin geldiğini söyledi. Kendi kendini biraz daha gaza getirseydi pantolonu da çıkarır mıydı bilemiyorum!

Boşuna mı geldiler?

Polisler: Robokoplar: Uzaklarda beklediler. Kimseyi dövüp gözüne gaz sıkamadıkları için çok sıkıldılar. Boşuna giyindik, boşuna yorulduk havasındaydılar.

Siviller: Madem polis yeleği giyeceklerdi, niye sivildiler? İstiklal’de köşe başlarını tuttular ve herkesin merakını çektiler.

Sonuç: 1 Mayıs, işçi ve emek bayramıdır. İşçi sınıfının işsiz, örgütsüz ve küçük olduğu ülkemizde ola ola bir muhalif hareket olarak kutlandı. O da, şükredin, yaklaşık bir aydır hükümetin seçim yaklaşıyor bonus kontenjanından!

Betül Mardin'in Kadınlara Öğütleri

1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.
2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.
3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini update et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.
4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)
5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.
6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!
7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesele benim babam, hiç üşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.
8. Olumlu olacaksın.
9. Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.
10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği olduğunu bileceksin!! !

11 Nisan 2010 Pazar

i360

BRIGHTON EYE


Brighton'a yapılacak olan ikon, sanırım inşaa çalışmaları başladı, West Pier'in onunde bir takım çalışmaların dün başlamış oldugunu gördüm. London Eye gibi, butun sehri 360 derece gözlemlememizi saglayacak bir yapı olacakmış.

183 metre yukseklikte yapılması planlanıyormuş.

6 Nisan 2010 Salı

Brighton'da ulaşım

''PLEASE GIVE UP THIS SPACE TO A PERSON IN A WHEELCHAIR''



Brighton, 2006 yılından beri her yaz gelip, kısa süreli kaldıgım Ingiltere'nin West Sussex bolgesinde bulunan guney sehri, 27 haziran 2009'dan beri de sürekli yasadigim yer.

250.000 nufuslu sehir, yaz aylarında turist ve yabancı uyruklu ogrencilerle iki katına cıkıyormus; Londra'ya tren ile 45 dakika mesafede olmasi ve benim gibi gozleri deniz arayan kisilerin favori sehri.

Engellilerin yaşaması için varedilmiş bir şehir bana göre; toplu taşımacılık ona göre düzenlenmiş, istisnasız bütün otobusler tekerlekli sandalye kullanıcılarına göre, her otobusun içinde tekerlekli sandalye için alan ve de 3 bebek arabası bölümü bırakılmış, otobuslere evcil hayvanlarınızla da binebiliyorsunuz. Otobuse bindiginizde elinizdeki alıs-veris torbalarini koyabileceginiz bir stand yapilmis, o standa scooter'i ile binen bir cocugun scooter'ini koyma imkani da verilmis. Eger tren istasyonuna bavulu ile giden bir yolcu iseniz bavulunuzu da oraya koyma konforunu size saglamis otobusler.

Trenler
de ise, yine tekerlekli sandalyelilerin oturacagi ayrı bolumler, bisikletliler icin bisikletini baglayip oturabilecekleri bolumler diger kisilerden ayrılmıs durumda. Tum vagonlarda ise anneler icin cocuklarinin altbezlerini degistirebilecegi, engellilerin kullanabilecegi tuvaletler mevcut.

Bazı otobus soforleriyle de rampa konusunda sorun yasamadim degil ama gerekli yere elektronik mektubu gonderdigimde beni muhatap alip karsiliginda bana zarflı mektup ile geri donduler, ustelik icine bedava otobus bileti de koymuslardi; Istanbul'da ise butun sikayet mektuplarim cevapsiz kalmisti.

Bir otobus soforu var ki, bir insan meslegini nasıl bu kadar sever; otobusu kullanirken surekli sarkılar soyleyip, ıslık caliyor, yolculara inmek icin kullandıgımız dugmelere basmamamizi onun yerine ''din din din'' diye ona seslenmemizi soyluyor, sabahlari o sofore denk gelirsem gunum cok keyifli basliyor, ayrica Turk oldugumu ogrendiginden beri bana ''Merhaba, nasilsin? Hoscakal'' diyerek tum yolculardan ayrı hissetmemi saglıyor.

Turkiye'de ise otobus soforlori ile her zaman problem yaşadım bunu da Hakkı Devrim 29 mayıs 2007 tarihli Radikal gazetesinde ''Engelli ile Otobüs şöförü'' başlıklı yazısında kaleme almıştı;

''Engelli ile otobüs şoförü''

Okan'ın Makina kadrosunda, Ömür Kınay da benim gibi misafir. Cumartesi akşamları ben saatlerce olduğum yerde hiç kımıldamadan oturuyorum ya! Pek güzel, akıllı, çalışkan ve bunların sonucu bilgili bir genç kız olan Ömür de oturuyor. Aramızdaki fark, ben dikilip yürüyebildiğim halde, o tekerlekli sandalyesinden ayrılamıyor.

Cumartesi akşamı Ömür'le baş başa konuşuyorduk. Ciddî bir şikâyeti vardı kızımın.
Otobüs şoförlerinden dert yandı. Toplu taşıta binerken yalnızsa, arabasını katlayıp almak ve Ömür'e de biraz destek olmak üzere birinin ona yardımı gerekiyor. Cebinde Engelli Kartı var.

Toplu taşıt bilet al demeyecek ona. Şoförün lütfedip yerinden kalkacak ve birkaç dakika gecikmeyi göze alarak Ömür'ün otobüse binmesine yardım edecek. Bunu bir yolcu da yapabilir elbette, ama şoförün razı olması şart.

– Yardımcı olmuyorlar, diyor. Israr ederseniz insanı terslemekten, kalp kırmaktan da geri durmuyorlar.
Taksi şoförleri de böyle kaba mı davranıyor?
– Uzak bir yere gidecekseniz alıyorlar. Kısa mesafelerde onlar da yanaşmıyor.
– Benzer başka sıkıntıların oluyor mu?

– 23 mayıs çarşamba günü saat 15.00'te Ataköy merkez durağında 34 BC 1737 / A 116 plakalı otobüsün şoföründen rica ettim. Cevap bile vermedi.

Şikâyet etmiyorum, hayır! Kendim arayacağım. Şansım varsa rastlarım, otobüs plakalarını gözetlemeye başladım bile. Bulursam o insafsızı, ne yapacağıma da o zaman karar vereceğim. '' Hakkı Devrim

Ingiltere'de Trene binmeden once gorevli size mutlaka ineceginiz istasyonu soruyor ki, inmek istediginiz durakta bir gorevli onceden bulunup size rampayi acabilsin diye. Sistem kurulmus tıkır tıkır işliyor.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Ingiltere'de Bayramlar

HAPPY EASTER


Ingiltere'de paskalya'nın Ingilizler icin çok da önemli olmadıgını dusunuyordum, buraya geldim geleli bir Christmas cılgınlıgı'na sahit olmustum ki iki ay oncesinden baslamisti magaza vitrinlerinin Christmas hazırlıgı, oncesinde Halloween (Cadılar Bayramı) vardı o da normalde bir gece olmasina ragmen burada iki gun iki gece kutlandi tabiki haftalar oncesinden magazalarda cılgın aksesuarlar yerini bulmustu... Christmas ile ilgili o hazirligin sonucunu goremedim cunku beş gun oncesinden 17 aralık'ta üç haftalık izinden faydalanıp Turkiye'ye gitmistim.

Neyse, dun arkadaslarla (Italyan ve Ispanyol) onceden sozlestigimiz gibi Paskalya yemegine gitmeye yola cikacaktim ki, evden ayrılmadan kaldıgım Ingiliz aile bana kocaman paskalya yumurtasi seklinde cikolata verdi, biranda kendimi bizim Seker bayramında gibi hissettim cocuklar gibi mutlu oldum, tabi ki o dev gibi yumurta seklindeki cikolata'yi yiyebilecegimin sevinciydi bu; donup odama cikolatamı sakladım...

Otobus duragina vardigimda durakta bekleyen Ingilizler teker teker ''Happy Easter'' demeye basladilar bana, ben de kendilerine aynı sekilde yanıt verdim, biranda bayram havasina girdim, otobusden inenler, binenler herkesin bu bayramı boyle cosku ıcınde kutlamaları beni sasirtti acikcasi cunku ben Istanbul'dayken bayramlari sadece evin icinde ailemle hissedebiliyorum, disari ciktigimda sadece bayram coskusu denen durumu cocuklarda gorebiliyordum.

Katolikler icin bu bayramın daha onemli oldugunu biliyordum; arkadaslarimin yanına vardigimda yapilan yemeklerden ve yemegin sonunda ikram edilen Paskalya yumurtasi seklindeki cikolatayi gorunce bu bilgimi gorduklerim besledi, benim cikolatamin iki katı buyuklugunde ''yumurta bicimli cikolata'' onumuzdeydi ve bunu hic usenmemisler gelirken bavula atıp getirmisler.

Bayramlar aileniz, dogup buyudugunuz cevre ve arkadaslarinizdan uzaktaysaniz pek bayram olmuyor buralarda ama yeni arkadasliklar ile birbirinize destek oluyorsunuz boyle zamanlarinizda; Kurban Bayramı'mı burada gecirmek zorunda kalmistim ve iki-uc Turk arkadas toplanıp bize ait yemekler, borekler, tatlilar yapip bayrami bayram gibi gecirmeye calismistik, okulumuzda ogrencilere saygi gosterip bizlere 3 gunluk tatil vermisti.

Simdi dun sakladigim cikolatimi yemeye baslayabilirim.

2 Nisan 2010 Cuma

Empati


İstanbul Kültür Üniversite'sinde bitirme projesi olarak hazırladığım kısa-animasyon filmim.

izlemek icin link; http://iletisim.atauni.edu.tr/kff2010/kar10/orta.asp?istek=empati&tur=1

17 Ağustos 1999'dan sonra tekerlekli sandalye ile Istanbul'da yaşamanın zorluğunu deneyimleyip hazırlamaya çalıştığım filmimin amacı;

Evrensel bir sorun olan ama etkili sonuçlar elde edilemeyen ve özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde engellilerin yaşam hakkının zorluklarına yönelik bir eleştiri niteliğindedir.

Yapılan araştırmalara göre (2007) yaklaşık 8,5 milyon engelli var ülkemizde.
Yine ülkemizde engelliler düşünülerek altyapısı hazırlanmış tek bir bölge, mahalle, pilot bölge bile yoktur.

Anayasa’nın 50. Maddesi’nde açıkça belirtildiği gibi “kimse yaşına, cinsiyetine, gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar”.
Yine Anayasa’nın 61. Maddesi’nde “devlet harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malul ve gazileri korur ve toplumda kendilerine yaraşır bir yaşam düzeyi sağlar. Devlet sakatların (yasada dahi engelliler sakat olarak anılmışlardır/Ö.K.) korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır”.

Türkiye, yukarıda da görüldüğü gibi, kendi anayasasında ve çeşitli uluslararası anlaşmalarda engellilerin haklarının korunmasına yönelik ilgili maddeleri kabul etmiş olmakla birlikte, gündelik hayatta mimariden, engelllerle bir arada yaşama kültürüne kadar uygulamada kolaylaştırıcı çalışmaları gerçekleştirememiştir.

Dolayısıyla sorun yasal engeller olmamasına karşın, engellilerle engelsizlerin bir arada üretken bir yaşamı paylaşamama ve bu konuda bir geleneği ve kültürü oluşturamama sorunu olarak belirmektedir. Engelliler nüfusun %12’sini oluşturmasına karşın, böyle bir kitle kapalı mekanlara, üretken olmayan ve değer yaratmayan hayatlara mahkum edilmiş durumdadır.

FİLMİN OLUŞUMUNDAKİ İSİMLER;

Yazan&Yöneten: / Written and Directed by: Ömür KINAY

Yapım: / Production: Ömür KINAY

Animasyon / Animated by: Gökçe ERVERDİ - Can SÖYLEMEZ

Müzik / Music produced by: Ceza ( Engeller) *bu projeye özel Ceza ”Engeller” isimli parça yapmıştır.

Seslendirme / Voice over artist: Okan BAYÜLGEN

Çeviri / Translated by: J.Deniz Tonka ELTON - Gül ÖNDEREN

Kurgu / Editing: C.Can SÖYLEMEZ - Ahmet BİKİÇ

Afiş ilüstrasyon / Poster illustrated by: Gökçe ERVERDİ - Can SÖYLEMEZ

Afiş&Dvd tasarım / Poster&Dvd design by: Berk ERKER

TEŞEKKÜRLER / Thanks to

İ.K.Ü.Mütevelli Heyet Başkanı İnş.Yük.Müh.Fahamettin AKINGÜÇ

Prof. Dr. Nükhet GÜZ

Prof. Dr. Simten GÜNDEŞ

Doç. Dr. Selçuk HÜNERLİ(Danışman hocam)

Doç. Dr. Bülent KÜÇÜKERDOĞAN

Öğr. Gör. Şafak Taner TAVKUL

Öğr. Gör. Mehmet Naci DEDEAL

Öğr. Gör. Hakan İŞÖZEN

Öğr. Gör. Salih KALAFATOĞLU
—————————————–

Cansel ELÇİN (Kiproko Film)
Sühan CEBECİ (Ceza - Menejer)
Hakan TAŞKIRAN
Eray Dinç
Togay BERKMEN

kısa-ca

Canlandırma ve deneysel filmler, resim yapmak ilgi alanlarım arasında. (‘’Kün’’ isimli kısafilmim 2007 yılında, Malatya İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nde Jüri özel ödülü; 14. Adana Altın Koza Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülü ve Yıldız Teknik Üniversitesi Festivalinde en iyi ikinci film ödüllerini almış, 2007 Fransız sokağı gösterimi, Nokia Nseries ilk 50 film, 19. Ankara Uluslararası Film Festivali gösterimlerine kabul edilmiştir.


ÖMÜR KINAY FİLMOGRAFİ- Yönetmen

1. O an / Mayıs 2006 - Senaro - Yönetmen
2. An be an / Kasım 2006 - Senaryo - Yönetmen
3. Kün / Ocak 2007 - Senaryo - Yönetmen
4. Güneşin Krallığı / Nisan 2007 - Senaryo - Yönetmen
5. U Dönüşü / Mayıs 2007 - Senaryo - Yönetmen
6. Karşımdaki / Mayıs 2008 - Senaryo - Yönetmen
7. Empati / Haziran 2009 - Senaryo - Yönetmen

ÖMÜR KINAY FİLMOGRAFİ- Sanat Yönetimi - Yapım

1. Şüphe (Yön:Elif Ertürk) / Nisan 2007 - Sanat Yönetmeni
2. Karanlığı Taramak (Yön:Elif Ertürk) / Aralık 2007 - Sanat Yönetmeni
3. İkinokta Üst üste (Yön:Elif Ertürk) / Mayıs 2008 - Sanat Yönetmeni
4. Umut (Yön: Aykut Kıcı) / Haziran 2009 - Storyboard
5. 4 Çehar (Yön: Ömer Faruk Yardımcı) / Haziran 2009 - Yapım Koordinatörü
6. Empati (Yön: Ömür Kınay) / Haziran 2009 - Yapım

Özgeçmiş


1979 – İstanbul doğumluyum.

İstanbul Kültür Üniversitesi
/ Sanat ve Tasarım Fakültesi İletişim Tasarımı bölümü’nde 2005 -2009 (burslu) derece ile mezun.

2005 - 2006 ‘’Televizyon makinası’’, 2006 – 2007 ‘’Makina’’adlı, Okan Bayülgen’in talkshow programlarında Araştırma Grubu’nda görev aldım.

2008 Mobstar Media Ltd. 45 gün staj yaptım. İngiltere’nin Brighton sehrinde.

2009 haziran’dan itibaren Ingiltere’de yabancı dil öğrenimi görmekteyim.