28 Mayıs 2011 Cumartesi

A little seahorse

''I want to be a little seahorse...A little seahorse''
ömür kınay - typography

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Yaşamak bir ağaç gibi...

Şafak Pavey - en az 8,5 milyon’un temsili - Siyaset Meydanı

Programın tamamını izlemenizi tavsiye ederim; benim bulunduğum bölümler ise Dakika 11 - 01:14 - 02:06 / Ömür Kınay
”12 Haziran seçimleri öncesi ‘Siyaset Meydanı’, siyasi partilerin önde gelen isimlerini halk meclisiyle buluşturmaya devam ediyor. Bu haftanın konuğu, çiçeği burnunda CHP’li Şafak Pavey… Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunda diplomat olarak görev alan İstanbul 1. Bölge milletvekili adayı Şafak Pavey canlı yayında soruları yanıtlayacak”
12 Mayıs 2011 tarihli yayın.
 
Siyaset Meydanı - ŞAFAK PAVEY / CHP - Ömür Kınay izlemek için

Safak’i umut yasatiyor…
            Bu yazi 24 Mayis 1996 saat 09:03’te Cenevre’de trenin altinda 
            bedeninin yarisini birakan kizim Safak Pavey’in cesaret ve 
            metanetinin tasavvuf sozlugundeki cevabidir.
            Ayse Onal
            Her sey 24 Mayis’ta bir aksam ustu telefonu ile baslamadi. O cuma 
            saat 11:00’de bir telefon konusmasinda ansizin sizlayan burnum ve 
            gozlerimden sessizce suzulen birkac damla yasin nedensiz sebeplerini 
            telefonun ote yanindaki sese sordum:
           “Bana ne oluyor durup dururken agliyorum.” Cevap, “Yaslaniyorsun 
            artik” oldu. Oysa en cok gulmekle elestirilirdim. Oysa tam burnumun 
            sizladigi o sirada saat Zurih’te 10:00’da Safak Pavey, tren 
            istasyonunda kurulan seyyar hastanede, bilinci ve metaneti yerinde 
            ameliyat olmaktaydi. Bunu ertesi gun ogrenecektim. Ve diger seyleri 
            de… (alıntı)

           ————————————————————————————————————————————————-
CHP’nin seçim listesinde ismi açıklanan, beni ve 8,5 milyon engellinin dışında ilerici, bağımsız, özgürlük ve eşitliği savunan kişilerin seçmesi gerektiği, örnek-mücadeleci isim ŞAFAK PAVEY.
 
 

Saints Sergius and Bacchus - Küçük Ayasofya

KÜÇÜK AYASOFYA – İSTANBUL GEZİ REHBERİ - Murat Belge
Bukoleon’un bu kalıntısının hemen ilerisinde, sarayın özel limanının olduğu bölgeye geliyoruz. Küçük bir girinti olan (ve tamamen dolan) bu limanda, şimdi Arkeoloji Müzesi’nde bulunan iki aslan heykelinden ötürü Porta Leonis adıyla anılan kapıdan içeri, saraya geçiliyordu. İmparator, saltanat kayağına bu limanda binerek kentin çeşitli yerlerine denizden gidiyordu. Bir depremde çöktükten sonra kapı Türkler tarafından ‘’Çatladıkapı’’ diye adlandırıldı. Başka bir iddiaya görede, fetihten az sonrada burada yaşadığı bilinen ‘’Çatladı Kasım’’ adlı birinin adının bozulmuş şeklidir bu. Gene buralarda, ‘’faros’’ (fener) diye anılan bir sur burcu vardı: Bizans’ın kalelerden kalelere ateş ve dumanla verilen tehlike sinyallerinin son menziliydi bu kule; doğu tarafından yaklaşan düşman ordusu hakkında verilen tehlike sinyallerinin son menziliydi bu kule; doğu tarafından yaklaşan düşman ordusu hakkında verilen duman işareti enson buraya ulaşırdı. Aynı adı taşıyan , İsa’dan kaldığına inanılan kutsal eşyaların saklandığı kilise , 1204 Latin işgalinde yok oldu.
Şehre giren yolun karşısına geçip yürüyoruz; birazdan, surların içinde kiliseden çevrildiği fark edilen bir cami görüyoruz.Amacımız surları keşfetmek de olsa, buradan içeriye kısa bir sapma yapmakta yarar var. İlkin, Küçük Ayasofya’ya (planı Ayasofya’yı andırdığı için Türkler bu adı vermişti) ya da eski adıyla Sergios ve Bakhos Kilisesi’ne bakalım. Bu kilisede Iustinianos’un imar dönemi eserlerindendir ve 527’de , yani asıl Ayasofya’dan birkaç yıl önce yaptırılmıştır. Dethier bu kiliseyi Iustinianos’un karısı Theodora’nın yaptırdığını söylüyor. Ama bir başka yaygın efsaneye göre Iustinianos, İmparator Anastasios’a karşı bir suikast komplosuna girişmiş ya da giriştiği iddia edilmiş. O sırada bu iki aziz imparatora rüyasında onun suçsuz olduğunu söylemişler ve böylece Iustinianos idamdan kurtulmuş. Iustinianos bu kiliseyi yaparak azizlere şükranını dile getirmiş.
Iustinianos’un temsil ettiği parlama, Bizans tarihinde kısa bir rönesans gibi olmuş, herhalde dönemin mimarlarını da  etkilemiş ve onları yeni yeni planlar aramaya teşvik etmişti. Sergios ve Bakhos ilginç bir plana sahiptir. Kareye yakın bir dikdörtgen üzerine oturan bir sekizgene dayanan değişik bir kubbesi vardır. Sekizgen, aralarında ikişer sütun bulunan sekiz payeden oluşur. Bunların üstüne oturan dört kemer ve dört yarım kubbe, Rüstem Paşa ve daha sonra Edirne’deki Selimiye camileri hakkında ilginç bir fikir verir gibidir. Alt katta, sütunlarla dış duvarlar arasında bir çeşit ambulatuar biçimlenir. Üst katta da geniş, güzel bir galeri vardır. Sütunlar pembe ve yeşil, somaki mermerdendir.Yapıldığı zaman bütün duvarların çok güzel mermerler ve ayrıca mozaiklerle kaplı olduğunu biliyoruz. Sütunların üzerindeki üst galeri boyunca Yunanca yazılar görülüyor.
Kilisenin mimarı bilinmiyor. Bu da yazık , çünkü binanın planınnın son derece doğurgan olduğunu biliyoruz.
Iustinianos’un bir tür rönesansı temsil ettiğini söylemiştim. İtalya seferinin kısmi başarısından sonra, Ravenna kentinde de bir Bizans kilisesi inşa edilmişti: Bugün de orada olan San Vitale Kilisesi’dir bu. 547’de tamamlanan kilisenin planı Küçük Ayasofya’nın palanının eşidir.
Ama daha ilginç olanı, Büyük Karl’ın (Charlemagne) 790-805 arasında yaptırdığı Aachen Katedrali’nin de (San Vitale modeline göre yapıldığı için) aynı plana sahip olmasıdır. Karl bu kenti, kurduğu Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun başkenti oarak ihya ediyordu. Kilisede böyle bir başkente yaraşır, debdebeli bir katedral oldu.
Böylece, bir yanda Aachen katedrali, bir yanda Edirne’deki Selimiye Camii, iki tamamen farklı medeniyetin birbirine (görünüşte) hiç benzemeyen bu iki anıtı, aslında İstanbul’daki mütevazi Sergios ve Bakhos’tan türemedir.
Caminin bir köşesinde, eski çağda yangın söndürmekte kullanılan, ‘’tulumba’’ dediğimiz aletin bir örneği vardı, şimdi buradan alınıp İtfaiye Müzesi’ne götürülmüş. Yangın çıkınca tulumbacılar bu sandığı sırıklarla sırtlarına alır, yalınayak koşarak yangın yerine gelir ve aletin iki ucundaki kollara basarak hortumla su sıkarlardı. İşin tuhafı bu ilkel itfaiye aracını, Müslüman olarak Davud Gerçek adını alan bir Fransız keşfetmişti.
Küçük Ayasofya’nın önündeki medrese avlusu, 16. yüzyıl başında kiliseyi camiye çeviren Kapı Ağası Hüseyin Ağa’nındır (medrese boşaltıldı ve burada kahveler dükkanlar açıldı).
 Kaynakça: İstanbul Gezi Rehberi – Murat Belge (Sayfa no 46-48)
Resimler: archnet.org (alıntı)

MARDİN

Mardin, kuzey Mezopotamya’da yer alan bir ilimizdir. Adı “Merdin” olup “kaleler” anlamına gelir.   Gerçekten de şehir dağ üzerine kale gibi kurulmuştur. Timur, iki defa saldırmasına karşılık bu şehri alamamıştır.
Mardin Hurri ve Mitanni’lerin kontrolünde olan Hanigalbat bölgesi içinde kalmıştır. Hurriler,  Anadolu’ya ilk atı getiren topluluk olarak bilinir.
Daha sonraki yıllarda Asurlular genişleyerek bu toprakları ele geçirir. Asurlular daha çok Anadolu’da oluşturdukları Asur Ticaret kolonileri ile ünlüdür. Asurlular gerileme döneminde başkent Ninova’yı kaybettikten sonra iki yıl Harran’ı başkent olarak kullanmışlardır. Bu dönemde Mardin, Asurluların yönetiminde kalmıştır.
MÖ 500 yıllarında ise bu bölge ve Anadolu’nun büyük bir kısmı Persler’in kontrolünde yaşamıştır. MÖ 334 yılında Büyük İskender Makedonya’dan Anadolu’ya girerek Pers imparatoru III. Darius ile iki defa savaşmış ve Pers imparatorluğuna son vermiştir.

Bu bölge Hristiyanlık tarihi bakımından da önemlidir. Bu bölgede yaşayan Süryaniler, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra kilise ve manastırlar yaptırmışlardır. Bu kilise ve manastırların birçoğu günümüzde ayaktadır. Dünyadaki Süryaniler 600 yıl (1293-1932) Mardin’deki Deyrül Zaferan manastırından yönetilmiştir. Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul ettikten sonra bu bölgede kiliseler yaptırmış veya yapımına katkıda bulunmuştur.
MÖ 131 yılında Şanlıurfa’da Abgar (Ostrohone) devleti kurulmuştur. Mardin, bu devletin etkisinde kalmıştır. Tarihte Hristiyanlığı ilk kabul eden kral, bu devletin kralı Abgar olarak kabul edilir. Milattan sonra, zamanın iki büyük gücü olan Roma imparatorluğu ile Pers’ler arasında bu bölge paylaşılamamış, zaman zaman bu iki ülke arasında el değiştirmiştir. Roma İmparatorluğu, Pers saldırılarına karşı çeşitli yerlerde garnizonlar ve kaleler kurmuşlardır. Bugün kalıntıları görülen Dara, milattan sonra Romalılar tarafından kurulmuştur. Dara, Romalıların, Pers (Sasani)  saldırılarına karşı koymak amacıyla kurduğu birkaç garnizondan birisidir.
Roma imparatoru Anastasius Dara kentini imar etmek için içinde mühendislerin de bulunduğu bir ordu göndermiştir. Bu ordu, bir an önce geriye dönme arzusuyla çok hızlı bir şekilde çalışarak hesaplanan süreden daha kısa bir zaman içinde imar işini bitirmiştir.   
Bu arada Mardin sınırları içinde bulunan Deyr-Zaferan manastırını da bu ordu yapmıştır. Aslında manastırı daha önceden var olan bir tapınak üzerine kurmuşlardır. Bugün, manastırın mahzeninde bu güneş tapınağı ziyaret edilebilmektedir.
Dara harabeleri, Mardin- Nusaybin yolu üzerinde bulunmaktadır. Mardin’den 25 km doğuda, yolun sol tarafında Oğuz köyü‘ndedir. Mardin-Nusaybin yolundan 9 kilometre kuzeydedir. Nusaybin’e 25 km uzaklıktadır. 1986 yılında Sit alanı ilan edilmiş olup, 1988 yılından beri kazı yapılmaktadır.
Burası, ipek yolu üzerinde bulunduğu için, henüz somut bir kanıt bulunmasa da  çok eski dönemlerde de yerleşim yeri olması ihtimali olabilir.
Oğuz köyü-Dara’dan okul bitiminde evine giderken bir kız çocuğu
Antik kent, yaklaşık dört kilometre uzunluğunda bir sur ile çevrilmiştir. Bugün kalıntıları görülmekte olan sur, eski çağlarda şehirlerin korunması amacıyla sık sık başvurulan bir yöntemdir. Eski Sümer şehir devletlerinin etrafı hendekler ile çevrilerek korunmuştur. Daha sonraki çağlarda şehirler surlar ile korunmuştur. Bugün birçok antik kentin etrafını çeviren surların kalıntılarına rastlamak mümkündür. Prof. Dr. Metin Ahunbay, surların üzerindeki burçların yerini belirlemiş ve 1/1000 ölçekli plan üzerinde göstermiştir Bu burçlardan ancak çok azı ayakta denebilecek durumda olup çoğu fazlaca tahribat görmüş ve toprak altında bulunmaktadır.
Naneli Ayran; yüzümün burşması sadece serinliğinden, lezzeti yerindeydi. Kucağımda Arşil ile…
Dara antik kentinde bir de iç kale vardır. Şehrin kuzeyinde bulunur. İç kale yüksekçe bir tepe üzerinde kurulmuştur. Antik kentlerde iç kale, savunma amacıyla genel olarak yükseklere kurulmaktadır.
Oğuz köyü-Dara’dan teneffüs zamanında oynayan bir çocuk
Dara antik kenti mimari yapısıyla Roma şehirleri özelliği göstermektedir. Roma kentlerinde genel olarak kamu binaları, çarşı, tiyatro, hamam gibi yapılara sahiptir. Romalılar, su bulunmayan şehirlere başka yerlerden su getirmek için kanallar, tüneller, su kemerleri yapmışlardır. Dara kentine de su sağlamak amacıyla sarnıç yapmışlardır. Sarnıç, uzunlamasına bölümler halinde kurulmuştur. Bu bölümlerin kalıntıları görülebilmektedir.
Sarnıç bölümlerinin tavanı kemer şeklinde örülmüştür. Dağdan gelen sular burada biriktirilip yazın kullanılmaktadır. Anadolu, Avrupa’ya göre genel olarak özellikle yaz mevsiminde kuraklık çekmektedir. Anadolu’nun birçok yerinde değişik yapı ve boyutlarda sarnıçlar görülmektedir. Burada görülen sarnıç, kompartımanlara ayrılmış şekilde, beşik tonoz olarak tanımlanan tavan ile kapatılmıştır.
Uzunluğu yaklaşık 100 metre kadar sarnıç bölmelerinin eni yaklaşık 2 metredir.  Sarnıç duvarları moloz taştan, kemerleri de taş ve tuğladan yapılmıştır.
Bu gün yerleşim yeri olan köy içinde bir yeraltı yapısı daha vardır. Bu yapıya köylüler zindan olarak tanıtmaktadır. Ancak oldukça derin olan bu mahzenin su toplamak amacıyla kullanılmış olması daha gerçekçi görünmektedir. Yapı, İstanbul’daki “Yerebatan Sarayı”nı andırmaktadır.
—————————————————————————————————
27 nisan 2011’de Mardin Havaalanına iniş yaptık; Ertuğrul Karslıoğlu hocamızın danışmanlığında, Veysel Cihan Hızar‘ın yönetmenliğini yaptığı ”Dara’nın Küçük Bilgeleri” isimli belgesel filmin Mardin gösterimi için.
Mardin Valilik binası (genel olarak Mardin ili ve çevresi) bedensel engelli vatandaşların kullanımına hiç uygun yapılmamış; arkadaşlarımın ve Mardinlilerin yardımıyla bunları halletmeye çalıştık ama bu şehrin tez zamanda bu konuya ciddi bir yatırım yapması gerekmekte.
ve Mardin’li çocuklar; beni hep ağlattılar, onlar konuştu, onlar anlattı ben aksi taraflara bakıp ağladım, kimi zaman ellerimize tutuşturdukları-kafamıza taç yapıp verdikleri çiçeklerle, kimi zaman ise anlattıkları hikayeler ve gülen gözleriyle; henüz ilkokula başlamamış türkçe bilmiyordu, ilkokul çağındakiler ise yanımıza gelip şarkılar söylüyorlar, bizlere tarihi anlatıyorlardı; yaşadıkları bölgeyi çok iyi biliyorlardı ve bir tarihçi edasıyla anlatıyorlardı…
Mekiye kızkardeşi ile birlikte Dara’nın küçük bilgeleri filminin oluşumundaki Dara’lı çocuklardan biri…
Sümeyye ise bir başka güzel çocuk; üstelik İngilizce şarkı bile öğretmiş ilkokul öğretmeni, öğrendiği kadarıyla bize söyledi ve öğretmenini de çok sevdiğinden bahsetti.
Eski Mardin Valilik binası
Sabancı Kültür Markezi’ne ”Dara’nın Küçük Bilgeleri” filminin gösterimi için Dara köyü muhtarı tarafından getirilen çocuklar
Mardin merkezde Antik Sur Restaurant’ta siperiş verdiğim ”Mardin tabağı”…(tesettürlü pide, etli ekmek, içli köfte, bademli pilav, kavurma)
Erdoba konağı-evleri
Midyat Konukevi - Sıla dizisi çekim - Midyat/MARDİN
Midyat/MARDİN

Erdoba’da menengiç kahvesi (yabani fıstık) içerken; kahveyi genelde sütlü ve şeker katarak ikram ediyorlar ancak su ile de yapılabilir, ben sütlüsünü içemedim, sade ve şekersiz olarak bir daha denedim ve beğendim; gelirken de bir kavanoz almayı ihmal etmedim (küçük kavanoz fiyatı 6tl).
Badem şekeri, bıttım sabunu ve arap kızı kremi de almayı unutmadıklarımdan.
Şehidiye Camii; Birinci caddenin güneyinde PTT binasının önündedir. Bu camii 1214 yılında Melik Mansur Nasreddin Aslan tarafından medrese olarak inşa ettirilmiştir. Medrese güney kısmanda bir Camii, kuzeyde bir eyvan ve çeşme, doğuda eğitim için odalar (kuran, astroloji, fen…) ve kuzeyde revak ve odalardan oluşan bu yapının hepsi bir avlu etrafında çevrelenmiştir. 2004’te restore edilmeye başlamış 2006’da bitmiştir. Minare 1916 Ermeni ve Hıristiyan mimar Lole tarafında inşa edilmiştir. Minarenin çeşitli sitili değişik tarzların harmanlanarak kullanıldığı göstermektedir. Minareye helixsel bir görünüm veren çift merdivenli ile çıkılmaktadır.
Kasım Tuğmaner Camii; Cumhuriyet meydanının biraz ilerisinde ana caddede bulunan Kasım Tuğmaner Camii 1960 yılında tamamlanmıştır. Köşelerinde 2 yıldız yerleştirilmiş ve taş kapısı salkım ve sarmaşık desenleriyle süslenmiştir. Minare helezan motiflerle süslenmiş ve Artuklu kubbeleri gibi bölünmüştür.Mardin’in ünlü yönetici Masonu “Abdulcelil Kava” tarafından dizayn edilmiştir. Bu camii eski bir kilisenin temeli üzerine kurulmuştur.
————————————————————————————————
Mardin İstanbul’a dönerken dönmek istemediğim şehirlerden biri oldu; onca mimari zorluğuna, yer-gök merdiven zahmetine rağmen.
Halkı tarafından çok güzel ağırlandık; arkadaşlarıma ve orada kalanlara herşey için teşekkür ediyorum, yeniden gidebilmek dileğiyle…
Teşekkürler;
Mardin Valiliği www.mardin.gov.tr
Mardin Öğretmen Evi
Akadlar Pansiyon www.akadlar.com
Asuri Şarapları www.asuri.tk
Erdoba Evleri www.erdoba.com.tr
Gap kuyumculuk www.gapkuyumculuk.com
Söğütlü kuyumculuk www.sogutlukuyumculuk.com